25 Haziran 2024

Şeriatçı propaganda meselesi ve Asrın Tok

Şeriatçı görüşlerin, karşılıklı saygı esaslarına göre yapılan amatör bir YouTube programında ileri sürdüğü de dikkate alındığında, Asrın Tok'un herhangi bir ceza yaptırımına tabi olmasının ölçüsüz sayılacağı çok bariz görünüyor

Asrın Tok - Diamond Tema

Geçen haftanın tartışma başlıklarından biri, iki "YouTuber"ın katılımcı olduğu şeriat tartışması idi. Şeriata karşı çıkan ve bu düzeni eleştiren Diamond Tema hakkında açılan soruşturmanın Anayasa'ya ve insan haklarına aykırı olduğunu yazmıştım.

Bu yazıda, tartışmaya katılan diğer gencin (adı Asrın Tok imiş, ilk kez bu programda tanıdım) şeriat propagandasının anayasallığı hakkında kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Çünkü sosyal medyada bu gence ceza verilmesi gerektiğini savunanları görüyorum.

Şeriat düzeni ve şeriatçı örgütlenmeler

Öncelikle şeriat düzeniyle başlamak gerekiyor.

Şeriatın ne anlama geldiği sorusuna, farklı kişiler farklı perspektifiyle değişik yanıtlar veriyor. Dolayısıyla tanımlar göreli. Burada çeşitli tanımların üzerinde durarak tartışmaya katılma niyetim yok. Fakat yargı organlarının nispeten nesnel tanımlarının bilinmesi ve (en azından hukukçuların) bilgi sahibi olarak fikir geliştirmesi önemlidir diye düşünüyorum.

Bu bakımdan öncelikle Anayasa Mahkemesinin yaklaşımını aktarmakta yarar var.

AYM'nin şeriata bakışı şu şekildedir:

"(…) Türkiye'deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye'de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır. İslam şeriatı, kişinin inanç dünyasına ilişkin kurallar kadar dünyevi yaşamını ve bunun ötesinde devlet ve toplum yaşamını da düzenleyen, bu kuralları Tanrı buyruğu olarak kabul edip değiştirilmesi bir yana tartışılmasını bile yasaklayan kurallar bütünüdür. Bu nedenle siyasal İslam ve onun anayasası niteliğindeki şeriat, demokratik değil, totaliterdir. Siyasal İslam demokrasiyi bir araç, şeriatı da bir amaç edindiği için demokrasinin kendisini korumaya ilişkin kural ve kurumlarının takibinden kurtulmak için kaynağını da yine şeriat düzeninden alan takiye yöntemini kullanmaktadır. (…)" (AYM, E.2008/1, K.2008/2, 30/07/2008)

AYM'nin kararında görüldüğü üzere şeriat düzeni ile laiklik ve demokrasi uyumsuzdur.

Bu yaklaşım İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından da paylaşılır. İHAM'a göre:

"(...) [İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi] dinin ortaya koyduğu dogmaları ve ilahi kuralları sadakatle yansıtan şeriatın istikrarlı ve değişmez olduğunu düşünmektedir. Siyasi alanda çoğulculuk ya da kamu özgürlüklerinin sürekli gelişimi gibi ilkelerin şeriatta yeri yoktur. Mahkeme, şeriatın getirilmesine yönelik açık atıflar içeren suç teşkil eden ifadelerin birlikte okunduğunda, Sözleşme'de bir bütün olarak ele alındığı şekliyle demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaştırılmasının zor olduğunu belirtmektedir. Özellikle ceza hukuku ve ceza usulü, kadınların hukuki statüsüne ilişkin kurallar ve dini kurallara uygun olarak özel ve kamusal yaşamın tüm alanlarına müdahale biçimi bakımından Sözleşme değerlerinden açıkça ayrılan şeriata dayalı bir rejimi desteklerken aynı zamanda demokrasi ve insan haklarına saygı duyduğunu beyan etmek zordur. (...) Mahkemenin görüşüne göre, eylemleri Sözleşme'ye taraf bir Devlette şeriatı getirmeyi amaçlıyor gibi görünen bir siyasi parti, Sözleşme'nin tamamının temelini oluşturan demokratik ideale uygun bir örgütlenme olarak kabul edilemez. (...)" (The Welfare Party and Others/Turkey, 41340/98 et al., 13/02/2003).

Bu perspektiften hareketle her iki mahkeme de laik devletin, şeriatçı kalkışmaya karşı kendisini korumasını, bu bakımdan şeriatçı yapıların örgütlenmeden men edilip demokratik araçları kötüye kullanmasına engel olunmasını meşru saymaktadır.

Bu bakımdan örneğin Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi isimli şeriatçı partiyi kapatmış, İnsan Hakları Mahkemesi de bu kapatmayı haklı saymıştı.

Buradaki mantık (sanıyorum en özlü biçimiyle) yakın zaman önce vefat eden anayasa hukuku profesörü Ergun Özbudun tarafından ortaya konmuştu:

"Refah Partisi'nin, 1995 seçimlerinde yüzde 21'den fazla oy alarak geldiği nokta, ülkenin demokratik ve laik düzenine karşı büyük bir tehdit anlamına gelmektedir. Şayet köktendinci İslami parti yüzde 2-3'lük bir oy oranı olan marjinal bir parti olmuş olsaydı, belki hoş görülebilirdi. Fakat temsil ettikleri tehlike ve sahip olduğu güç dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanan yaptırım, demokratik bir toplumda gereklidir."

Bu minvalde; şeriatçılık, örgütlenme özgürlüğünü kullanılarak laik düzen için bir tehdit oluşturduğunda (örgütlenme bağlamında) yasaklanabilir.

Bireysel özgürlükler bağlamı?

Madalyonun örgütlenme özgürlüğü yüzü böyle olsa da bir de bireysel tezahürleri var.

Yani tek tek bireylerin şeriatı savunması ve bunu ifade etmesi söz konusu olduğunda acaba durum nedir?

Yanıtlayalım.

Bu noktada geçmişte özel bir ceza düzenlemesi vardı. Eski Türk Ceza Kanunu'nun 163'üncü maddesi, şeriatçı örgütlenmeleri yasakladığı gibi, 4'üncü fıkrasıyla şeriatçı propagandayı suç kılıyordu.

Hüküm (günümüz Türkçesiyle) şöyleydi:

"Lâikliğe aykırı olarak, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenlemelerini kısmen bile olsa dini esaslara ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi çıkar ya da kişisel nüfuz elde etmek için dini veya dini duyguları ya da kutsal sayılan şeyleri kullanarak propaganda yapan veya aşılayan kişi, bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır."

Bu ceza normu, şeriatçıların kâbusu idi. O yıllarda bunun Anayasa'ya (düşünce özgürlüğüne) aykırı olduğunu ileri sürüyorlardı. Öyle ki mesela 1979 yılında bir duvara "İşçinin Hakkını Şeriat Verir – AKGENÇ" yazdığı için yargılanan bir kişi, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesine anayasaya aykırılık itirazında bulunmuştu.

İtiraz ciddi bulunmuş, konu Anayasa Mahkemesinin önüne gelmişti. AYM, bu hükmün laikliği koruma amacıyla getirildiğini vurgulamış ve düşünce özgürlüğü açısından ortada bir sorun bulunmadığı sonucuna varmıştı:

"Anayasal düzenimiz bakımından önemine yukarıda değinilen lâikliği koruyup sürdürmek için düşünce özgürlüğünün sınırlanması, bizzat Anayasa'nın uygun bulduğu bir düzenlemedir. Anayasa Koyucunun zorunlu gördüğü bu düzenlemenin de düşünce özgürlüğüne aykırı bir yanı bulunduğu ileri sürülemez." (AYM, E.1980/19, K.1980/48, 03/07/1980)"

Buna rağmen hüküm, Turgut Özal'ın Anavatan Partisi (ANAP) yönetimi altında (1991 yılında) kaldırıldı, şeriatçı propagandaya serbesti getirildi.

Hâliyle şeriatçılar da şeriatçı propagandayı daha rahat yapmaya başladılar.

Bu süreçte şeriatçı propagandaya karşı net bir suç normu olmadığı için Cumhuriyet savcıları diğer maddeleri yorumladılar. Kimi şeriatçı söylemleri, halkı din ve mezhep temelli olarak kin ve düşmanlığa tahrik etmekle ilgili ceza normu içinde gördüler. Fakat bu yorum kategorik uygulandığı bağlamlarda İHAM'dan döndü.

Örneğin Gündüz/Türkiye kararında, Aczimendi Şeyhi Müslüm Gündüz'ün, bir TV programında ressam Bedri Baykam ile girdiği polemikte Baykam, Aczimendilerin amaçlarının demokrasiyi kaldırarak şeriata dayalı bir rejim kurmak olduğunu ifade etmiş, Gündüz de buna karşılık olarak "tabii o olacak, o olacak" yanıt vermişti.

Bu nedenle halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği iddiasıyla açılan davada ise Müslüm Gündüz, "şeriatı, silahla veya zorla değil, insanları ikna yoluyla geleceğini" ileri sürmüştü.

Gündüz, buna rağmen iki yıl hapis cezasına çarptırıldığında İHAM, konunun bireysel ifade özgürlüğü boyutunu, kolektif örgütlenme özgürlüğünden ayırdı:

"Mahkeme, Refah Partisi ve Diğerleri davasının, Sözleşme'ye taraf bir Devlette şeriatı getirmeyi amaçladığı anlaşılan ve kapatıldığı sırada siyasi iktidarı ele geçirme potansiyeline sahip olan bir siyasi partinin kapatılmasıyla ilgili olduğuna dikkat çeker. Böyle bir durum, mevcut davada söz konusu olan durumla pek karşılaştırılamaz.

Kuşkusuz, Sözleşme'nin temel değerlerine karşı yöneltilen diğer tüm sözler gibi, dini hoşgörüsüzlük de dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yaymayı, kışkırtmayı veya haklı göstermeyi amaçlayan ifadelerin Sözleşme'nin 10. maddesinin sağladığı korumadan yararlanamayacağına şüphe yoktur. Bununla birlikte Mahkeme, şeriatı kurmak için şiddet çağrısında bulunmadan sadece şeriatı savunmanın ‘nefret söylemi' olarak kabul edilemeyeceği kanaatindedir. Ayrıca, başvurucunun davası çok özel bir bağlamda görülmelidir. İlk olarak (…) söz konusu programın amacı başvurucunun lideri olduğu mezhebi tanıtmaktır; ikinci olarak, başvuranın aşırılık yanlısı görüşleri zaten bilinmekte ve kamusal alanda tartışılmaktadır ve özellikle programdaki diğer katılımcıların müdahalesiyle dengelenmiştir. Son olarak, başvurucunun aktif olarak yer aldığı çoğulcu bir tartışma sırasında ifade edilmiştir. Buna göre Mahkeme, mevcut davada söz konusu kısıtlamanın gerekliliğinin ikna edici bir şekilde ortaya konmadığı kanaatindedir." (Gündüz/Türkiye, 35071/97, 04/12/2003, §51)

Anılan saptamadan anlaşılacağı üzere, iki yıllık hapis cezası ifade özgürlüğüne aykırı bulundu.

İHAM'a göre televizyon programı gibi karşılıklı tahrikin yüksek olduğu bağlamlarda, karşıt görüşlerle dengelenmiş ve barışçıllık (takiye riskine rağmen) vurgusunun öne çıktığı bireysel görüş açıklamaları konusunda daha farklı bir yaklaşım geliştirmek gerekebilirdi.

Başka bir deyişle bu türden bireysel çıkışlar, iktidara yürüyen bir şeriatçı örgütlenmeyle bir tutulamazdı.

Asrın Tok'un durumu

Mezkûr videoda Asrın Tok isimli gencin şeriat savunusunun oldukça cılız kaldığı, konuyla ilgili bir yetkinliği veya derinliği olmadığı gözlemleniyor. Savunduğu şeyin ciddiyeti ve riskleri konusunda yeterli bilgi donanımından yoksun görünen bu genç, daha çok ilgi çekmeye çalışan bir profil sunuyor.

Şeriatçı görüşlerin, karşılıklı saygı esaslarına göre yapılan amatör bir YouTube programında ileri sürdüğü de dikkate alındığında, Tok'un herhangi bir ceza yaptırımına tabi olmasının ölçüsüz sayılacağı çok bariz görünüyor.

Dolayısıyla ve sonuç itibarıyla: Sosyal medyada, bu şeriat propagandasına yaptırım uygulanması gerektiği söylemi hem normatif dayanak yokluğundan hem de bu yaptırımın sonuçları aşırı olacağından pek kabul edilebilir gözükmüyor.

(Fakat bu propagandayı örneğin bir adalet sarayında kitlesel biçimde Cumhuriyet'e meydan okur sloganlarla gerçekleştirenler veya bir siyasetçi hele de iktidardaki bir siyasetçi yapsa ulaşacağımız sonuç farklı olurdu. Zira dinden dönenlerin öldürülmesi, eşcinsellerin dövülmesi, Yahudilere nefret kusulması, cihat ilan edilmesi gibi söylemlerin "nefret söylemi" sayıldığı yerde bunun sistemli hâle gelmesini savunmak evleviyetle nefret söylemi sayılabilir.)

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye Cumhuriyeti'nin "devlet arması" meselesi

Türk Devrimi'nin aydınlanmacı kökleri, ille de bir "kutsal sembolleştirilmesi" yapılacaksa bunun "insan aklı" ile ilişkili olması gerektiğini söyler. Zaten bir devlet arması bulunmamasının arka planında da bununla ilgili bir anekdot yer alıyor

Diamond Tema hakkında başlatılan soruşturma Anayasa’ya aykırı

Yakalama kararının icra edilmesi hâlinde bunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal edeceği de açıktır. Zira ortada suç şüphesi dahi yoktur

Yurt dışına çıkış harcı sorunumuz

Devlet, bu bağlamda ille de bir para alınacaksa bu para, kanımca Türkiye’ye girip çevre vergisi, su vergisi vb. kalemler ödemeyen ama bu hizmetlerden yararlanan turistlerden alınmalı. Böylesi bir farklı muamele, ayrımcılık yasağını ihlal etmez