22 Haziran 2024

Aklın vicdanı, vicdanın aklı!

Chomsky 96 yaşında. Dün ölmedi, yarın ölecek elbette. Aklımızla da hissetmemiz gereken, o ve onun gibilerin, "üstlerine vazife" sayılmayanları da mesele edinip insanlık tarihine, ortak zihnine ve kalbine kattıkları. Bu tür insanların sadece fikri ve sözü sınırları aşmakla kalmıyor; o sınırları ve sınırlamaları yıkarak, bir "vicdan enternasyonali" de inşa ediyorlar bıkmadan!

Noam Chomsky

İnsanların kökenlerinden, sınıfından, fikrinden, sözünden, sesinden, nefesinden, "aykırı" duşundan, özgürlük ve insan hakları tutkusundan, toplumsal cinsiyetinden ötürü "linç operatörleri"nin saldırısına maruz kaldığı bir dünyada ve ülkedeyseniz…

Noam Chomsky gibilerine ihtiyaç duyarsınız.

Onlar aslında sizin "ihtiyaç" duyup duymadığınızdan öte, dünyanın o sese, bu nefese, şu söze ve tavra ihtiyacı olduğunu görür, bilir. Anlamak ve anlatmak için bir ömür verir.

Ne kendi ırkına, dinine, milliyetine, devletine bakar… Ne statüsüne, kariyerine. Ne tehditlere pabuç bırakır, ne endişeler içine gömülüp siner.

Noam Chomsky de sizi ve bu dünyayı yalnız bırakmaz. Ölür ve dirilir!

"Öldü" haberini "ölmedi" haberi izledi.

O yüzden bu yazı "ölüm üstüne" değil; yaşam üstüne.

Çünkü hayat, o tür insanların ölümüne varlığı, ölseler bile hayata kattıklarıyla umut ve cesaret veren bir maceraya dönüşür.

Bir "Amerikalı" olarak "Amerikan emperyalizmi"ne… bir "Yahudi" olarak İsrail'in Filistin mezalimine… Bir "dilbilimci" olarak medyanın yılan ve yalan diline… Bir "akademisyen" olarak dünyanın her acısına karşı yılmadan, bıkmadan ama sadece atıp tutarak değil, bilim, akıl ve vicdanla dik duruşu, bedeni toprağa karışsa bile yıllardır hayatta kökleşmiştir zaten.

"Dünyanın en iyi dilbilimcilerinden biri" bu dünyanın hakim, yaygın, otoriter, dayatmacı, manipülatif, zalim, adaletsiz dilleri karşısına, "hakikati anlamak-anlatmak" ve tavır almak gibi muhteşem bir çabayı koyup durdu.

Otoritelerin ve otoriterlerin, maddi ve manevi yağmacıların, dünyayı cehennem haline getirenlerin "dillerinin bağının çözüldüğü" her yerde, "dizinin bağı çözülenler"e bilinç, itiraz, mücadele dili sunabilmek için ömrünü verdi.

Cesaretin, sorgulama ve "hakikat bilgisi"yle, bunun diliyle birleştiği her insan, her an bizim ülkemiz için de paha biçilmez kıymette.

Çünkü "muktedirler" aralarında kapışsalar bile, aynı dilin ve dilimlemelerin enternasyonalini oluşturur.

Misal, Netanyahu gibiler, sadece İsrailli değildir. Bir bakmışsınız Amerikalıdır; bir bakmışsınız Alman, Fransız, Hintli, Afrikalı, Arap, Türk.

O yüzden, bu nevi muktedirler; ister iktidar olsunlar, ister "hakim sınıf" mensupları, ister "devlet" ister "piyasa" olsunlar; önünde sonunda benzeşirler. Çünkü otoriterlikten, dayatmadan, özgürlük ve hak gaspından, çünkü hayatların ve toprakların, emeğin ve yüreğin istila ve işgalinden beslenirler.

Dünyanın en büyük acısı ise, onların nihayetinde bir diğerine benzemesine karşılık; acıları, mazlumlukları, maruz kaydıkları, sınıfları, hayatları zaten birbirine benzeyenlerin "din, milliyet, itaat, biat, cehalet, esaret" sarmalında bir diğerine düşman olabilmesidir.

Çünkü doğuştan yapıştıkları, yapıştırıldıkları "kimlikler"in ezberlerine sığınır, sarılır, orada siner ve aklınca orada korunur, oradan bir diğerine saldırırlar.

Çünkü aile, öğretim, askerlik, iş, siyaset, korku ve nefret imalatı gibi kurumlar, istisnai durum ve kişiler dışında, onları oraya hapseder. Öyle güçlü olduklarına inandırır. Gizledikleri hakikat ve çaldıkları hakkı öyle meşrulaştırır, gizlerler; pişkinleşir, yüzsüzleşir, hiddet ve nefret saçarlar ve kitleleri itaat-biat köleliği ile linç (hatta katliam) operatörlüğü arasında sürükleyip dururlar.

Çünkü bir "hak ve hakikat" işi olan gazetecilik ve medya da, yine istisnalar dışında, zorbalara itaat, haksızlıklara körlük, hakikate ihanet, yüzeysele düşkünlük imalatçısı olarak zihinleri kuşatıp durur.

Bu sonuncu mesele yüzünden, en değerli kitaplarından biri, Edward Herman'ın da katkılarıyla yazdığı ve sonra belgesele de dönüşmüş olan "İknanın İmalatı"dır.

Bir bakıma Althusser gibi, o da "imal edilmiş ikna"nın gücüne inanır; o güce karşı sorgulama, itiraz ve hakikate düşkünlük idealinin bilimsel-vicdani yollarını, sorumluluklarını döşer.

"Medyaya hükmeden zengin seçkinler 'halkçılık' taslayarak 'kitleler' adına konuşuyormuş gibi davranırlar" çünkü!

"Yahudi" Chomsky'nin İsrail'in üç çeyrek asırlık Filistin zulmüne, "Amerikan emperyalizmi"nin Vietnam'ından Küba'sına her saldırganlığına tavır alışına, hatta bir zamanlar medya eleştirisine bayılan bizim "iktidar seçkinleri, düşkünleri, düşüp kalkanları" ise, onun bu ülkede "Barış İçin" Türkiye'nin istisnai akademisyenleriyle, fikir insanlarıyla, sanatçılarıyla birlikte attığı "imza"yı zerre anlamaz.

Anlamadıkları gibi, trol kültürüyle onları linç eder; iktidar zulmüyle ve "itaat-biat altında kişiliklerini çöpe atmış üniversite yönetimleri"yle birlikte hayatlarını gasp ederler. Hem yaşarken, hem de ölüme sürükleyerek!

2000'ler başında Chomsky'nin İstanbul'da, o sırada çalıştığım üniversitenin davetlisi olarak da bir konuşma yapmasına önayak olmuştum. Kısa süre için de olsa tanışmak, dinlemek, okuduklarımı sesinden de duymak, ilgi gösteren kalabalığı görmek umutlarıma umut eklemişti.

Güçlülerini "rahatsız ettiği" ABD'de bile "bilimsel, entelektüel, vicdanî" hayatı mecburen bile olsa takdir gören Chomsky, o günlerde de Türkiye'ye "sadece konuşmak" için değil, yine bir insan hakları ve "düşünce suçu" meselesinde dayanışmak, tavır almak için gelmişti.

"Düşünce suçu" itirazı olan insanların üzerine yapıştırılır ama esasen suçtan suça koşan devletlerin, iktidarların, muktedirlerin suçudur zaten!

Chomsky 96 yaşında. Dün ölmedi, yarın ölecek elbette. Aklımızla da hissetmemiz gereken, o ve onun gibilerin, "üstlerine vazife" sayılmayanları da mesele edinip insanlık tarihine, ortak zihnine ve kalbine kattıkları.

Bu tür insanların sadece fikri ve sözü sınırları aşmakla kalmıyor; o sınırları ve sınırlamaları yıkarak, bir "vicdan enternasyonali" de inşa ediyorlar bıkmadan!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Devletinizi seviniz, o da sizi çok seviyor! 

Devlet, sözde hukuki sayılan kanun kuvvetiyle, sözde milletin sayılan kolluk kuvvetiyle, sözde halkın sayılan "iktidar meclisiyle" ve sıradan insanlara "milli, dini, otoriter, militer" aşı üstüne aşı yaparak, onları bastırmak, batırmak, batırıp çıkarmak, kendi gerçeklerinden kopartıp hayatlarından da önce vicdanlarını tüketmek de mi demek?

Al hüznünü, götür bayram yerine!

Alın tüm sevginizi, tüm neşenizi, bayramı bayramlara götürüverin. Yoklarınızı anarak; varken yok olanlarınızı, varken sizi yok edenleri, yoktan var olanları; bir merhaba esirgeseler bile hep aynı kalple sevdiklerinizi, özlemleri, tutkuları, aşkları, ruhunuza sarılanları sarıp sarmalayarak