29 Mart 2022

Seçimler şaibe kaldırmaz, o öneriler yasalaşmamalıdır

Partili Cumhurbaşkanına, seçim döneminde devletin bütün imkanlarını kullanarak, propaganda yapma imkanı tanıyorlar. Özellikle bu öneri, dürüst, adaletli ve eşitlikçi seçim ilkesine aykırıdır. Asla kabul edilemez. Mutlaka geri çekilmelidir

Seçimlerle ilgili yasa değişikliği önerisi, 17 saat süren çok gerilimli bir "çalışma" sonucu, TBMM Anayasa Komisyonu'nda kabul edildi. Herhalde, bu yangından mal kaçırma çabası, genel kurulda da sürdürülecek. Bir kere, 1950'den beri seçimlerin güvencesi olarak uygulanan il/ilçe seçim kurullarıyla sandık kurullarının oluşumunu değiştirme önerisi, böyle hazırlanmaz, böyle yasalaştırılmaz. Çünkü, seçimler asla şaibe kaldırmaz. Dolayısıyla, seçime ilişkin değişiklik önerileri, gizlice hazırlanıp dayatılarak değil, görüşüp konuşarak, uzlaşma arayarak hazırlanıp yasalaştırılır.

Nitekim, 1950'de böyle olmuştur. Ve o gün/bu gündür, ana güvenceler korunmuştur. Toplumumuz genç ve okuma alışkanlığımız sınırlı olduğu için, önce bu sürecin nasıl başladığını ve neler yaşandığını aktarmak istiyorum. Böylece, karşılaştırma imkanı doğacak ve söyleyeceklerim daha kolay anlaşılacaktır. Örneğin, 1946'daki seçim rezaletini, sonra ilk dürüst ve güvenceli seçim yasasının nasıl hazırlandığını, Sayın Erdoğan'ın Beyoğlu Belediye Başkanlığı'na seçilemediği 1989 seçimleriyle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na seçildiği 1994 seçimlerinde neler yaşandığını ve Sayın Ekrem İmamoğlu'nun kazandığı 31 Mart 2019 seçim sonuçlarına karşı, neler yapıldığını görmek/bilmek gerekiyor.

1946'dan başlayacak olursak, yürürlükteki 4918 sayılı yasaya göre, seçimler yürütmenin gözetim ve denetiminde yapılıyordu. Oylar açıktı, sayım kapalıydı. Dolayısıyla 1946 seçimleri tam bir kepazelikti. Seçimle toplumun rahatlaması gerekirken, gerginliğe yolaçtı. Hep konuşuldu, tartışıldı. Ve sonuçta, 1948 ara seçimlerine girilirken, Demokrat Parti o seçimlere ve "yasal durum baki kaldıkça, hiçbir seçime katılmayacağını" açıkladı. Ardından, İstanbul basını bu antidemokratik durumdan CHP'yi sorumlu sayan bir bildiri yayımladı. Ve seçimlerle ilgili bu tartışmalar, itirazlar, suçlamalar Cumhurbaşkanı İnönü'yü çok telaşlandırdı. Herhalde, ana muhalefet partisinin katılmayacağı bir seçimin asla seçim sayılmayacağı ve dünyaya rezil olunacağı düşünüldüğü için, mutabakata dayalı bir seçim yasası arayışı gündeme girdi. Cumhurbaşkanı İnönü'nün yönlendirmesiyle, Günaltay hükümeti yeni bir yasa girişimi başlattı. Tabii, bu durumda kapalı kapılar ardında, gizlice bir metin hazırlanması söz konusu olamazdı. DP'nin onayıyla, TBMM dışından, iki yargıtay, iki Danıştay, dört akademisyen ve Ankara/İstanbul/İzmir barolarından birer temsilciyle, 11 üyeli bilim kurulu oluşturuldu. Yargıtay başkanı Halil Özyörük'ün başkanlık yaptığı bu kurul, görüş ve önerilerini bildirmeleri için, siyasi partilere yazı gönderdi. Gelen cevaplarla birlikte, dünya örnekleri incelenip değerlendirildi. Yerli ve yabancı uzmanlarla görüşüldü. 1949 aralık ayında çalışma tamamlanıp TBMM'ne sunuldu. Tabii, mutabakatla hazırlanan bu metin, uzun/ayrıntılı/kavgalı tartışmalara yol açmadan, 5545 sayılı yasa olarak kabul edildi. Partiler arası ittifaka imkan veriliyordu. Ama, seçimde eşitlik ve dürüstlük ilkesine aykırı olacağı için, ittifaktaki partilerin sandık kurullarına sadece bir üye gösterebilecekleri belirtiliyordu. Böylece, kamu görevlileri gözetiminde gerçekleştirilen seçim yerine, parti temsilcilerinin çoğunlukta olduğu sandık kurullarıyla, yargı güvencesine bağlı bir seçim sistemi yaratılmış oldu. Ve daha sonra yapılan 298 sayılı yasa dahil, bütün düzenlemelerde bu güvence 72 yıl boyunca hep korundu. Seçimle ilgili bir yasa değişikliği hazırlayacak kurulun nasıl oluşturulduğunu ve oluşturulması gerektiğini gösterebilmek için, o taslağı hazırlayan Kurul Başkanı Halil Özyörük'ün, seçimden sonra kurulan Menderes hükümetlerinde bakanlık yaptığını da, hatırlatmayı görev sayıyorum.

İşte, 1950'de atılan bu adımla, Türkiye'mizde dürüst seçim yolu açılmıştır. Ve il/ilçe seçim kurullarıyla, sandık kurulları oluşumu, bu imkanı sağlamıştır. Örneğin, 1994 İstanbul yerel seçimlerinde, Sayın Erdoğan 973.704 oy alarak, yüzde 25.19 oranıyla birinci gelmişti. İlhan Kesici 855.897 oy ve yüzde 22.14 oy oranıyla ikinci, Zülfü Livaneli 784.693 oy ve yüzde 20.30 oy oranıyla üçüncü, Bedrettin Dalan 594.461 oy ve yüzde 15.46 oy oranıyla dördüncü, Necdet Özkan 478.612 oy ve yüzde 12.83 oy oranıyla beşinci olmuştu. Yani, oradaki fark çok azdı, ulaşılan oran çok düşüktü. Ama, etik açıdan kimse itiraz etmedi. Zaten, bir şeyler yapıp oylarımızı çaldılar gerekçesiyle itiraz edilse bile, kıdemli yargıçlardan oluşan kurul tutanaklardaki oy toplamına bakıp mazbatayı birinci gelene verirdi. Üstelik, o tarihlerde YSK gerçekten Yüksek Seçim Kurulu'ydu. 2017 referandumundaki gibi, mühürsüz oyları geçerli sayacak bir yapıya dönüşmemişti. Mutlaka İl Seçim Kurulu kararını onaylardı. 

Şimdi, isterseniz bu örneği (Erdoğan muhalefetteyken) 1989 yerel seçimlerinde ve sonraki (Erdoğan tek yetkiliyken) 2019 yerel seçimlerinde yaşananlarla karşılaştıralım. Sayın Erdoğan 1989'da Beyoğlu Belediye Başkan adayı olarak katıldığı seçimde ikinci sırada kalmıştı. RP il yönetiminden, seçimi biz kazandık/sandıklarla oynadılar iddiasıyla, itiraz için İlçe Seçim Kurulu'na gelinmişti. Dilekçeyi verip ayrılmak yerine, başkanla tartışmaya girildi. Kendilerine dışarı çıkmaları söylenince, aday Erdoğan sinirlenerek, "sarhoş kafayla karar veremezsiniz" dedi. Ve suçüstü kurulları uyarınca, tutuklanıp Sağmalcılar cezaevine gönderildi. RP ileri gelenlerinin çabasıyla, koğuşa alınmadı. Bir süre cezaevi revirinde kaldı. Sonuçta, CHP'lilerin de katkısıyla, sorun çözüldü. 

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ise, Sayın İmamoğlu birinci gelmişti. Fark şu kadardı/bu kadardı hiç önemli değil. Nitekim, 1994 seçimlerinde, fark çok az, üstelik alınan oy oranı çok düşük olmasına rağmen, mazbata hiç tartışmasız Erdoğan'a verilmişti. 2019 Mart'ındaki seçimlerde de, aynı uygulamanın yapılması gerekiyordu. Ve kurul, kapalı kapılar ardında (sözümona) kur'a çekilerek değil, kıdem esasına göre belirlendiği için, mazbatanın İmamoğlu'na verileceği anlaşılıyordu. Kurul başkanı kadındı, kurulda başka kadın üye de vardı. O mazbatanın verilmesini engellemek için, kurula kimler geldi, nasıl geldi, neler yaşandı, TBMM'nce bir komisyon kurularak araştırılsa, uygulanan baskıların boyutuna şaşırıp kalırsınız. Dolayısıyla ve kesinlikle, kurulu kura çekilerek belirleme kuralı, seçimi şaibeli kılar.

Aktarmaya çalıştığımız bu örneklerden anlaşılıyor ki, il/ilçe seçim kurullarıyla, sandık kurulu oluşumu, dürüst ve güvenli seçimin temel direğidir. Oysa, yasa önerisindeki 5 ve 6. maddeler, seçim kurulları güvencesine son veriyor. Kurulları birinci sınıflara ayrılmışlardan kurayla belirlemek, seçim güvenliğini AKP'den gelme kişilere teslim etmektir. Çünkü, FETÖ'cülerin tasviyesinden sonra, 15.000'e yakın savcı/yargıç atandı. Onların önemli bir bölümü AKP'li avukatlardı. Aslında yargıçlığa/savcılığa kabulleri mümkün değildi, yasaya aykırıydı. Ama, bu sorun başka bir yazı konusu olduğu için, ayrıntıya girmiyorum. Avukatlıkta geçen süre yargıda görev yapmış gibi hesaplanacağı için, hepsi birinci sınıfa ayrılmış sayılıyor. Mülakat uygulamasında olduğu gibi, kapalı komisyonda yapılacak belirleme, kesinlikle kuşku yaratacak, kaygı yaratacaktır. Ve böyle bir kaygı seçimi şaibeli kılacaktır.

Sandık kurullarına ilişkin 7. madde de tam bir tuzaktır. Sandık kurullarına üye gösterme hakkı olan parti, partili/partisiz veya başka partili kime güveniyorsa, onu görevlendirir. Önemli olan, o partinin oy verme/sayma işlemini gözetleyebilmesi ve yolsuzluk yapılırsa saptayabilmesidir. Seçimde dürüstlük ancak böyle sağlanabilir. Oysa, öneride başka partili görevlendiriliyorsa, ondan OLUR alınması koşulunu getiriyor. Böylece, belli seçim çevrelerinde üyesi bulunmayan/az üyesi olan partilere karşı, gizli sayım yöntemiyle, diledikleri sonucu tutanağa bağlama imkanı yaratılıyor. Ayrıca, yine de seçim kazanılamamışsa, 2018 İstanbul seçimlerindeki gibi, OLUR dilekçesi bulunmayanlar sandık üyeliği yapmıştır itirazı ve YSK desteğiyle, İPTAL sonucuna ulaşmayı planladıkları kuşkusu doğuyor. Elbet, bu kuşku da şaibe yaratacaktır.

Dahası var, muhtarlık seçimleriyle ilgili 12. madde, seçimi seçim olmaktan çıkarıp kayyum atamasına dönüştürüyor. Artık birinci gelen seçilmiş sayılmayacak, mazbata alabilmesi için, "seçilme yeterliğine sahip olduğunu" gösterir belge getirmesi gerekiyor. Bu belge bir ay içerisinde getirilemezse, sıra ikinciye, sonra üçüncüye geliyor ve belge getirebilecek aday çıkana kadar bekleniyor. Belge idareden alınacağına göre, seçimi kazananı istemiyorlarsa, kayyum atar gibi, düşündükleri kişiyi muhtar yapma imkanı getiriliyor. Ve bu yapılanın adına da seçim deniliyor.

Çok konuşulan, Dont uygulamasıyla ilgili 2. madde, 2820 sayılı yasanın 34.maddesini değiştirerek, yeni bir hesaplama yöntemi getiriyor. Seçim sonuçlarını belirlemeye ilişkin bu öneri, bir mühendislik çalışmasıdır. Zaten, bu değişiklikten, hangi tarafın kazançlı çıkacağı belli olmaz. Biz, doğrudan şaibeli önerileri değerlendirmeyi amaçladığımız için, bu maddeyi tartışmayacağız. Ama, özellikle 11. maddeye ilişkin önerinin, eşitlikçi ve dürüst seçim ilkesiyle bağdaşmayacağını vurgulamayı görev sayıyoruz. Bu maddeyle, 298 sayılı yasada yer alan çok önemli bir yasak, adeta gizlice kaldırılıyor. Hep birlikte görüp tanık olduk ki, iki ayrı kararnameyle, yasalarımızdaki Başbakan ve Bakanlar Kurulu yerine Cumhurbaşkanı yazıldı. Ama, öyle özenli davranmışlar ki, 298 sayılı yasaya hiç dokunmamışlar. Şimdi, yerlerine Cumhurbaşkanı ibaresini koymadan, Başbakan ve Bakanlar kurulu ibarelerini çıkarıp bırakıyorlar. Ve seçimlere ilişkin çok önemli bir yasağı, Cumhurbaşkanı için kaldırmış oluyorlar. Böylece, partili Cumhurbaşkanına, seçim döneminde devletin bütün imkanlarını kullanarak, propaganda yapma imkanı tanıyorlar. Özellikle bu öneri, dürüst, adaletli ve eşitlikçi seçim ilkesine aykırıdır. Asla kabul edilemez. Mutlaka geri çekilmelidir.

Öneride, 298 sayılı yasaya eklenen bir maddeyle, seçim kurullarına ilişkin değişikliğin, 3 ay içinde uygulanacağı belirtiliyor. Herhalde, AYM'nin bir kararına dayanarak, seçim yasasında yapılan bu değişikliğin, bir yıl içinde uygulanamaz kuralı dışında kalacağı düşünülmüş. Oysa, bize göre aykırılık gayet açıktır. Hem seçim yasası, hem de seçim kurullarıyla ilgili madde değiştirildiğine göre, Anayasa'nın 167/son maddesi uyarınca, değişiklik ancak bir yıl sonra yürürlüğe girebilir. Üstelik, seçim kurulları daha yeni 2022 yılı Ocak ayında oluşturuldu. Görev süreleri iki yıldır. Bu acelecilik kuşku ve kaygı yarattığı gibi, bir baskın seçim planlanmış olabileceğini düşündürüyor. Bütün bu nedenlerle, seçimlerin şaibe kaldırmayacağını tekrarlayarak, kuşku ve kaygı verici değişiklik önerilerinin geri çevrilmesi gerektiğini belirtiyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

AYM kararları varken Taksim 1 Mayıs'a kapatılamaz

Eğer yürütme de Türkiye Cumhuriyeti'nin (halen) bir hukuk devleti olduğuna inanıyorsa, artık Taksim'in 1 Mayıslara kapatılamayacağını görüp kabul etmesi gerekir. Ben, 1977 provokasyonunu bizzat yaşamış bir hukukçu olarak, böyle bir anlayış bekliyorum

Eski Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Dr. Fazıl Sağlam fakülte açılış dersinde Yargıtay'ın Atalay kararını eleştiriyor

Düşündüm ki, bu ders notlarını kamu bilgisine sunmak önemli bir görevdir. Değerli dostum Fazıl Sağlam'a telefon ederek izin istedim ve bu izni aldım. Şimdi, AYM kararını yok sayarak, ısrarla Anayasanın 14 maddesini öne çıkaran TBMM Başkanı ile Adalet Bakanı'nın ve asıl önemlisi Yargıtay 3. Ceza Dairesi ile 4. Ceza Dairesi üyeleriyle başkalarına "Buyurun, okuyun" diyerek, bir hukuk fakültesinde verilen açılış dersini bilgilerine sunuyorum

Temel hakları savunmak suçlama nedeni olamaz

Biz avukatız. İnsanlığın yüzyıllar boyu süren korkusuz yaşama mücadelesinde elde ettiği temel hukuk ilkelerini kesinlikle geçerli sayıp savunuyoruz, savunmaya devam edeceğimizi söylüyoruz

"
"