27 Haziran 2024

Erdoğan, Fidan’a ne diyecek?

Erdoğan, Gazze’deki direnişi Anadolu’nun savunulması olarak tanımlıyor, Dışişleri Bakanı “Ortadoğu’da savaşa taraf olursanız o ateş gelir sizi bulur” diyor. Hangisi Türkiye’nin Ortadoğu politikası?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan

Türkiye’nin, “Araplar arasındaki meselelere burnunu sokmaması” diye özetlenebilecek eski Ortadoğu politikası, Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” vizyonuyla tarihe karıştığında uyarıyorduk: Ortadoğu bataklıktır, Türkiye’yi de içine çekmesine yol açacak adımlar atmayın diye!

Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu günlerde bu eleştirilere verdiği yanıt, tam olarak şöyleydi:

“Birileri Orta Doğu bataklığına bulaşmayalım diyecek ama biz o bataklık dedikleri Şam’ı, Şam – ı Şerif bilmişiz, o bataklık dedikleri Ortadoğu’daki Mekke’yi, Medine’yi Kâbe bilmişiz, o bataklık dedikleri Ortadoğu’daki Bağdat’ı kardeş bilmişiz, o bataklık dedikleri Kerkük’ü aziz bilmişiz, Ortadoğu bataklık değil, insanlığı ayağa kaldıran o aziz vahyin merkezidir; Hira’nın merkezidir, Beytül Dağı’dır, Kudüs’tür, Kahire’dir.”

Davutoğlu’nun “birileri” dediği kişiler, Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı CHP’li politikacılar ile o günlerde bu minvalde yazan ben ve Ertuğrul Özkök gibi gazetecilerdi.

Musul’da, Türkiye Başkonsolosluğu IŞİD tarafından basılıp, vatandaşlarımız rehin alındığında durumu eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu’na, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da şöyle yanıt vermişti:

“CHP’nin genel müdürü son zamanlarda çok sık olarak Ortadoğu’dan bataklık olarak bahsediyor. Bu apaçık cehalettir. Ortadoğu’ya milyonlarca insanın yaşadığı, vatanlarının olduğu bir bölgeye bataklık demek ırkçılıktır, ayrımcılıktır, faşizmin ortaya çıkmasıdır.”

Dün de sözünü etmiştim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HaberTürk kanalında bir sohbet programına katılmıştı.

Fidan, Kıbrıs Rum yönetimini, İsrail’e verdiği destek nedeniyle eleştirir, Rumları ve Yunanistan’ı uyarırken şu cümleyi kurdu:

“Ortadoğu’da devam eden savaşlara taraf olduğunuzda o ateş gelir sizi de bulur. Biz de aynı coğrafyadayız, gelir bizi de bulur.”

Henüz “bataklık” demiyor ama “bulaşır” diye yola çıkmış ki bu da Siyasal İslamcı retorik için önemli bir aşama sayılmalı.

Bakalım Erdoğan ve Davutoğlu, Fidan’ın bu sözlerini nasıl karşılayacak?

Bu sözlerin sahibi Dışişleri Bakanı olduğuna göre, artık geleneksel Ortadoğu politikasına dönüş yolunda bir sinyal verildiğini düşünebiliriz sanıyorum.

Erdoğan, Gazze’deki direnişi Anadolu’nun savunulması olarak tanımlıyor, Dışişleri Bakanı “Ortadoğu’da savaşa taraf olursanız o ateş gelir sizi bulur” diyor.

Hangisi Türkiye’nin Ortadoğu politikası?

Ve bir soru daha: Kıbrıslı Rumları ve Yunanistan’ı İsrail’e destek olmamaları için uyarırken, İsrail’in bölgedeki en önemli destekçisi Azerbaycan’dan hiç söz etmemenin anlamı nedir?

Azerbaycan, İsrail’i destekliyor çünkü kendi ulusal çıkarlarının bunu gerektirdiğini düşünüyor.

Türkiye, bu konuda Azerbaycan’ı ikna edemiyorsa, Yunanistan’a, Kıbrıslı Rumlara nasıl söz geçirebileceğini düşünüyor?

“Ateş gelir sizi bulur” sözleri, üstü örtülü bir savaş tehdidi mi?

* * *

Cumhurbaşkanı nerede yaşadığını unutmuş olabilir mi?

Acaba memleketimizin tek yöneticisi, dünya lideri Cumhurbaşkanımız, “zaman – mekân” duygusunu tamamen kaybetti ve başka bir evrende yaşadığını zannetmeye mi başladı?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Polis Akademisi mezuniyet töreninde bir konuşma yaptı.

Bu konuşmasından şu bölümü kaydettim:

“Geçmişte ülkemiz kendini hukukun üstünde gören bürokratik vesayetten çok çekmiştir. Devlet güvenliği öne sürülerek hukukun üstünlüğü çiğnenmiş, anayasa askıya alınmış, milletimizin özgürlük alanları daraltılmıştır. Biz bu dönemi Türkiye'nin kayıp yılları olarak değerlendiriyoruz.”

Erdoğan’ın bu durumdan söz ederken “geçmişte” demesi endişeye kapılmama neden oldu.

Acaba memleketimizin tek yöneticisi, dünya lideri Cumhurbaşkanımız, “zaman – mekân” duygusunu tamamen kaybetti ve başka bir evrende yaşadığını zannetmeye mi başladı?

Çünkü Erdoğan’ın “geçti” zannettiği şeyin uzun süredir tam göbeğinde yaşıyoruz.

“Bürokratik vesayet” deseniz bu kadarı ilk kez oluyor.

İdari kararlarla seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, seçilmiş belediye meclisleri yok sayılıyor, seçilmiş kişilerin yerine devletin idari bürokrasisinden tayinler yapılıyor.

Bu vatandaşlara “sen doğru seçim yapamıyorsun, ben senin yerine bu işi halledeceğim, korkma” demek değilse, nedir?

“Geçmişte devlet güvenliği öne sürülerek hukukun üstünlüğü çiğnenmiş, anayasa askıya alınmış, milletimizin özgürlük alanları daraltılmıştır” diyor.

Tam da bugünkü durumu anlatıyor.

“Devlet güvenliği” öne sürülerek Anayasa’nın askıya alındığı bu dönemle ancak askeri darbe dönemleri kıyaslanabilir.

Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları, alt derece mahkemeler tarafından tam da bu nedenle uygulanmıyor.

Anayasa’nın açık hükümleri tam da bu nedenle bizzat kendisinin de dahil olduğu bir yönetici elit tarafından yok sayılıyor.

Daha geçen gün vatandaşların temel haklarından birinin kullanılmasını Valilik kararıyla engellediler. Taksim’i, Şişhane’yi kapattılar.

Ankara’da güpegündüz işlenen bir siyasi cinayetin doğru düzgün soruşturulması bile engelleniyor.

Haksız mıyım, Cumhurbaşkanı “zaman – mekân” duygusunu kaybetti mi acaba diye endişelenmekte?

Yoksa ağam bizimle eğleniy mi?

* * *

Utangaç çubuklu!

Fenerbahçe’nin “bu yılın çubuklu forması” diye tanıttığı forma, çubuklu filan değil; hadi “utangaç çubuklu” diyeyim. Geniş bir yorumla “parçalı” bilye diyebiliriz bu formaya

Fenerbahçe futbol takımının bu sezon giyeceği formalar geçen gün tanıtıldı.

Forma satışı dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kulüpler için önemli bir gelir kaynağı.

Onun için her yıl yeni formaların tasarlanması, bunun iddialı gösterilerle taraftara sunulması artık alışılmış bir uygulama.

Ancak Fenerbahçe’nin “bu yılın çubuklu forması” diye tanıttığı forma, çubuklu filan değil; hadi “utangaç çubuklu” diyeyim. Geniş bir yorumla “parçalı” bile diyebiliriz bu formaya.

Formaları üretmesi için anlaşılan şirket, bu işi uzun yıllardır yapan, sektörün önde gelen şirketlerinden biri.

Ancak belli ki tasarımcıların, Fenerbahçe’nin “çubuklu tarihi” ile ilgili bilgileri zayıfmış.

Klasik formalar üzerinde çok fazla oynanmaz. Her yıl küçük ayrıntılarda tasarımcı kendi yaratıcılığını elbette ortaya koyabilir ama klasik, tarihi formanın genel çizgisini muhafaza etmek esastır.

Almanya’nın siyah şort – beyaz tişörtten oluşan klasik milli takım formasını değiştirmek kimsenin aklına gelmiyor.

“Kırmızı şeytanlar”, her yıl kırmızı dışında da forma giyebiliyorlar ama klasik formaya dokunulmuyor.

Arsenal’in mor forması bile var ama geleneksel parçalı forması her yıl aynı.

Fenerbahçe’nin çubuklu forması da böyle bir forma.

Çok geç olmadan, geleneksel olana yaklaşan bir tasarım yapılsa daha doğru olur.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bardağın boş tarafı koyu gri!

Erdoğan açısından baktığımızda yukarıda bıyık, aşağıda sakal var görünüyor. Sürdürülemez bir rejimi ayakta tutabilmek için türlü cambazlıklar yapmak zorunda. Kara parayla mücadele eder görüntüsü verirken, diğer yandan iktidar ortağının iş ortağı pozisyonundaki organize suç örgütlerini de kollamak gerekiyor

Fidan olayı çözdü ama çok geç

Sağlam bir istihbarata dayanmayan dış politika iflas etmeye mahkûmdur. Nitekim bunun en acı örneklerinden birini hâlâ yaşıyoruz. O vakitler Hakan Fidan'ın başında olduğu MİT, Suriye ile ilgili olarak doğru bir istihbarat verebilmiş olsaydı, büyük olasılıkla bugün böyle dev bir mülteci sorunu ile boğuşmuyor olurduk

İktidar aşkına suça göz yummak

Cinayetin gerektiği gibi soruşturulup, asıl planlayıcıların ortaya çıkarılmamasını sağlayabilecek güçleri var. O güç Erdoğan'dan başkası da değil. Erdoğan'ın izni olmadan bu soruşturma bir adım ileri gidemez. Ve Erdoğan da göreceksiniz ki bu izni vermeyecek. Çünkü onun için iktidarı korumak, bir suçu aydınlatmaktan daha önemli