23 Haziran 2024

Çocuğunuzu tasarlamak ister miydiniz?

Artık sadece hastalık ihtimalini düşürmek değil, tasarlayabildiğimiz çocukların olabildiği bir gelecekten bahsediyoruz

Bir çocuğun gelişiminde en etkili olan faktör doğa mı, yetiştirme midir?

Kuşkusuz ikisi de etkili ancak hangisinin daha ağır bastığı ise sıkça tartışılıyor.

Yetiştirmenin etkilerini her yerde görmek mümkün.

Çocuk, doğduğu andan itibaren ebeveynlerinin seçimleriyle yetiştirilir.

Emzirmek mi, biberon mu?

Evde bakıcı mı, kreş mi?

Dershane mi, özel hoca mı?

Bunun gibi binlerce soru, aileler için rutin...

İmkanları olan aileler, çocuklarına en fazla avantaj sağlayan en pahalı tercihleri kullanmaktalar.

Türkiye'de sağlıksız bir rekabetle çocuk yetiştiren aileler, ebeveynliği neredeyse olimpiyat yarışı gibi algılıyorlar.

"Eğer sınıftaki öğrencilerin iPhone'u varsa, benim çocuğumda en yenisi olacak."

"Arkadaşının doğum günü seçkin bir mekânda kutlanmışsa, ben daha seçkin bir mekânda kutlayacağım."

Daha birçok mukayese ile oldukça şımarık çocuk yetiştiren aileleri gördüm, görmeye devam ediyorum.

Elbette bu sadece bize özgü değil. Ama gerçekten "üstün çocuk yarışı" spor olsaydı, lig birincisi olacağımızdan eminim.

Ebeveynlerin bu sınırsız çabalarına rağmen, çocuklarının fiziksel özellikleri doğaya kalmakta.

Bu da çocukları, zengin ya da fakir hangi ailede doğarsa doğsun avantaj ve dezavantajlarıyla bir yere kadar eşitliyor.

Aynı aileler, çocukları doğmadan önce çocuklarının zekâ seviyesini, boyunu veya saç rengini tayin edebilseler veya belli hastalıkları genlerinden sildirme kapasitesine sahip olsalar, ne kadar büyük azimle yapacaklarını tahmin edebiliriz.

Gerçi ben de tercih edebilirim.

Bir anne ve babanın çocuklarını olabilecek en iyi şartlarda yetiştirmek istemeleri en doğal içgüdüleridir.

Artık bu soru teori değil.

Öjenik, (ırkı mükemmelleştirmek) Türkiye'de yaygın konuşulan bir konu değil.

En sağlıklı hayvanların çiftleştirilmesiyle, genleri sağlıklı yeni cinsler oluşturulmasına benzer bir felsefe ile insan üremesine yön vermek; genleri seçerek geliştirmek, hastalık veya engellilik gibi "istenmeyen" sıkıntıları azaltma veya tamamen çıkartma yöntemlerine öjenik deniyor.

Yunancada "iyi doğum" veya "iyi yaratılan" anlamına geliyor.

Kelime kökeninin Antik Yunan'dan gelme nedeni Platon. Cumhuriyet klasiğinde; "Zayıf ebeveynler çocuk yapmamalı. Çünkü alt seviyeli nitelikleri çocuklarına miras kalır, anlamlı bir yaşam sürecek güçleri olmaz ve devlete hiç katkıda bulunamazlar" der.

Bunu söyleme nedeni, Antik Yunanlıların kalıtım konseptini anlamış ve anne babadan fiziksel nitelikler kadar, hastalıkların da geçebildikleri gerçeğini gözlemlemişlerdi. (Dönemin tıp bilgisini göz önüne alınınca, büyük bir başarı.)

Bu fikir çeşitli zamanlarda yeniden ortaya çıksa da 1883 yılında İngiliz bilim adamı Francis Galton öjenik (İngilizce: Eugenics) sözcüğünü icat ederek, modern bilim literatürüne ekledi.

Sadece doğru kişilerin genlerini sonraki kuşağa aktarmaları değil, "eksik" genlere sahip insanların genlerini toplumdan ayırmaya, en kötüsü, bu insanları öldürmeye kadar uzandı.

Batı dünyasının en karanlık tarihi anları, bu fikir üstüne kuruluydu.

Kuşkusuz en ünlüsü, soykırım süresince 300 bin engelli insanı öldüren Nazi rejimi idi. Neredeyse ölüm kadar dehşet verici bir diğer uygulama ile yüz binlerce insanı sterilize ettiler.

Fakat ne Nazilerle başladı ne de onlarla sona erdi.

20. yüzyıl başında İngiliz siyasetçileri ülkenin savaşma kapasitesine takılmışlardı. Boer Savaşları, işçi sınıfından erkeklerin sağlıksızlığını ortaya çıkarmıştı.

Kısa sürede sağlık sistemi, konut kaliteleri ve beslenme seviyelerini geliştirecek reformlar yapılmıştı.

Amaç; savaş durumunda askere alınacak erkek nüfusunun sağlıklı olmasıydı.

1913 yılında meclisten geçen; "Zihinsel Eksiklik Yasası" altında 40 bin engelli insan "zayıf akıllı" veya "ahlaki kusurlu" olarak tanımlanarak genel nüfustan uzaklaştırıldılar.

Hapishane, akıl "hastaneleri" veya kolonilere gönderildiler.

Birçoğu, bugün işkence olarak tanımlanabilecek "tedavi" gördü.

Bu politika sadece İngiltere'de popüler değildi.

1909 yılı ile 1979 yılı arasında Kaliforniya eyaleti, "çocuk sahibi olması uygun olmayan" 20 bin insanı zorla sterilize etti. Kurbanlar arasında 12 yaşında çocuklar bile vardı.

1930'lar ve 70'ler arasında liberalliğiyle ünlü İsveç devleti, çoğunlukla kadınlardan oluşan 60 bin insani sterilize etti. Amaçları genetik hastalıklarla doğan çocuk sayısını azaltmakta.

Ne yazık ki Kuzey Amerika, Avrupa, Latin Amerika ve Asya'nın çeşitli köşelerinde örnekler çokça...

Fakat 20. yüzyılın ikinci yarısında gelişen ideolojik ve toplumsal tutumlar ile bu uygulamalar çoğunlukla sona erdi.

21. yüzyılda da ise teknolojinin gelişimiyle; bu konuyla yeniden karşı karşıyayız.

Elbette soykırım veya sterilizasyondan bahsetmiyoruz.

Varlıklı ailelerin, çocuklarına daha önce veremedikleri doğal avantajları artık bilim sayesinde sağlayabildikleri bir noktadayız...

Bebeğin hamilelik sürecinde belirli genetik hastalıklar için taranması artık sıradan bir uygulama.

Sonuçlarını birçok gelişmiş ülkede şimdiden görmek mümkün.

Örneğin doğum öncesi Down Sendromu taraması İskandinav ülkelerde o kadar yaygın ki, riski yüksek fetüslere sahip kadınlarda kürtaj oranı neredeyse yüzde yüz.

Bugün İzlanda veya Danimarka'da Down Sendromlu çocuk bulmak neredeyse imkânsız.

Günümüze kadar doğum öncesi testler sadece belli hastalıklar içindi.

Doğal doğum yapan aileler için birçok genetik hastalık bu yöntemle fark edilebiliyordu.

Poligenik taramanın getirdiği büyük değişiklik ise, tüp bebek olarak da bilinen "in vitro fertilizasyon (IVF)" hamileliğinde birçok embriyo teker teker taranıyor ve her biri için risk ve fiziksel nitelik raporu düzenleniyor.

Şeker veya kalp, kanser ve diğer hastalıklara karşı hassasiyet ölçümünün yanı sıra, boy, saç rengi, atletik yetenekler, zekâ, hatta vicdan veya fedakârlık gibi özelliklere kadar pek çok analiz mümkün.

Bu tarama, ebeveynler tercihlerine göre en "iyi" çocukları seçmelerini mümkün kılıyor.

Tarama ve IVF değişik ülkelerde değişik fiyatlarda (8500 -15 000 dolar arası) mümkün bir tıbbi hizmet.

Bazı ülkeler IVF tedavisini desteklemekte.

İsrail vatandaşlarına bedava IVF tedavisi sunmakta.

Çin vatandaşlarına aynı hizmeti sunmaya hazırlanıyor.

Amerika'da birçok teknoloji şirketi IVF tedavisini, çalışanlarının özel sağlık sigorta paketlerine ekletti.

Tarama çok yeni ama yakın zamanda benzer şekilde devlet veya şirket desteği görme olasılığı oldukça yüksek.

Daha uzak bir tarihte, genleri yapay yöntemlerle geliştirip, sadece hastalıklardan arındırmak veya ailelere seçenek sunmanın dışında, genleri geliştirecek bir senaryo da gerçekleşecektir.

Bu durumda, çocuklarını yetiştirirken her türlü avantajı sunabilen varlıklı aileler, çocuklarının doğasını da tayin edebiliyor hale gelecekler.

Tıp teknolojisiyle, doğal şartlarda "zayıf" genlere sahip olan birçok bebek büyüyüp, gayet iyi yaşamlar sürebiliyor.

19. yüzyılda yaygınlaşan sezaryen doğum sayesinde daha büyük kafalara sahip fetüsler hayatta kalabiliyor ve türümüzün averaj kafa boyutu bu sayede büyümekte.

Çocuk kanserlerinin birçoğu tedavi edilebiliyor.

Kistik fibrozis hastaları artık eskiden hayal edilemeyen yaşlara kadar yaşayabiliyorlar.

Genetik hastalıklarla mücadelede inanılmaz bir yol kat edildi.

Artık sadece hastalık ihtimalini düşürmek değil, tasarlayabildiğimiz çocukların olabildiği bir gelecekten bahsediyoruz.

Etik değerlerimiz adına bu konuyla nasıl baş etmemiz gerektiği tartışmasına ivedilikle başlamak gerek…

Mehmet Önal Kimdir?

Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.

Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.

Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Devlet adamları nereye kayboldu?

21. yüzyılın ilk çeyreği sonlanmaya yaklaşırken sanki devlet adamlarını soylarının tükenmekte olduğu bir dünyaya doğru gitmekteyiz gibi hissediyorum

Avrupa'nın sağ partileri gerçekten "aşırı sağcılar" mı?

Sağ oluşum gerçekten 1922 İtalya'sı veya 1933 Almanya'sı ile kıyaslanabilecek bir dalga mı?

Göç suç oranlarını artırıyor mu?

Göçmen suç grafikleri sonuçlarının çok şaşırtıcı olduğu görülüyor