29 Eylül 2024

Burası eski ilişkilerin ve anıların satıldığı bir dükkân; dünyanın en çok satan yazarlarından Hiromi Kawakami, ‘Nakano Eskici Dükkânı’nı anlattı

"Anıların bir bölümü uydurmadır, bunun tehlikesini ve rahatlığını ilginç buluyorum"

Japonya’nın en önemli ve sevilen yazarlarından Hiromi Kawakami, insana dair gözlemleri ve derinlikli karakter çalışmalarıyla edebiyat dünyasında kendine özgü bir yer edindi. Domingo Yayınları’ndan yayımlanan Nakano Eskici Dükkânı, okuyucuları sıradan gibi görünen nesneler ve insanların ardındaki derin hikayelere doğru benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Bu dükkân, sadece eski eşyaların satıldığı bir yer değil, aynı zamanda anıların, unutulmuş ilişkilerin ve yeniden keşfedilen duyguların saklandığı büyülü bir alan.

Kawakami, bu romanında dükkânın içinde yaşanan küçük olaylar ve karşılaşmalar aracılığıyla insan doğasının gizemlerini, sevgi ve bağlılık arayışını, hatırlamanın acı ve tatlı yanlarını büyük bir ustalıkla anlatıyor. Dükkânın sahibi Bay Nakano, garip alışkanlıkları ve gizemli tavırlarıyla hem komik hem de düşündürücü bir figür olarak karşımıza çıkarken; genç Hitomi, aşkın ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını anlamaya çalıştığı bir yolculuğa çıkıyor.

Her köşesi bir hikâye barındıran bu dükkânda, eski eşyaların sessiz dili, geçmişten bugüne taşınan anılarla buluşuyor. Kawakami, bu nesnelerin ve hatıraların gücünü anlatırken şöyle diyor: “Örneğin sevdiğiniz biri ölse bile o kişinin hatırası sizde kaldığı sürece o insanın sizin içinizde varlığını sürdürmesi gibi, zaman geçse de anılar kaldığı takdirde geçmişi geride bırakmazsınız, şu an ile bağı devam eder. Bunun hem güzel tarafları var hem de acı veren tarafları. ‘Zaten hayat bu değil midir?’”

Hiromi Kawakami ile Nakano Eskici Dükkanı’nın ardındaki ilham kaynaklarını, hatıraların ve eski eşyaların romanındaki önemini, karakterlerin karmaşık ilişkilerini, insan ruhunun inceliklerini ve Japonya’da kadın yazar olmayı konuştuk. Kawakami’nin sade, derin ve sımsıcak üslubu, insan olmanın anlamını ve hayatın küçük mucizelerini anlamak isteyen her okuru bu dükkânda büyülü bir yolculuğa davet ediyor. Eğer siz de bu etkileyici hikâyenin parçası olmak istiyorsanız, Hitomi ve Bay Nakano’nun dünyasına adım atmaktan çekinmeyin. Çünkü bazen en sıradan görünen yerlerde, en büyüleyici hikayeler saklıdır.

Hiromi Kawakami

- Nakano Eskici Dükkânı ülkemizde yayımlandı ve hikayeyi çok sevdim. Farklı ve sıcacık. Merak ediyorum fikir nasıl doğdu ve neden bir eskici dükkânı?

Kitabımdan etkilenmiş olmanıza çok sevindim. Nakano Eskici Dükkânı, Edo Dönemi’nden (Japonya tarihinde 1603-1868 yıllarını kapsayan dönemdir) önceye ait çok eski eşyalarla ilgilenen geleneksel bir antikacı değil de modern zamanlarda, Şova Dönemi (Japonya tarihinde 25 Aralık 1926-7 Ocak 1989 tarihleri arasında İmparator Hirohito'nun saltanatını kapsayan dönemdir) sonrasına ait, “biraz eski” ama ilginç eşyalar satan bir dükkânda geçen bir roman yazmak isteğiyle tasarladığım bir kitap. Tarihsel olarak pek bir değeri olmasa da bu tür eşyalardan hoşlanan insanlar için hayli değerli şeylerin bulunduğu bir dükkândan bahsediyoruz. Böylesi bir dükkân, tıpkı içinde bulunan eşyalar gibi, toplumda saygınlığı fazla değilse de o insana değer verenler için son derece kıymetli kişilerin toplandığı bir yer olmalıydı.

"Önceden karar vermediğim, nesnelerin kahramanlar hakkında bilgi verdiği bir deneyim oldu"

- Nakano Eskici Dükkanı’ndaki tanışıklıklar, zamanın, hatıraların izlerini taşıyor. Bellek ve hatırlama, romanınızda nasıl bir rol oynuyor? Eşyalar aracılığıyla zaman ve hatıralar arasındaki bağı nasıl yansıtıyorsunuz?

Romanımda “anı”ların ne denli önemli olduğunu fark etmiş olmanız, beni onurlandırdı, teşekkür ederim. Örneğin sevdiğiniz biri ölse bile o kişinin hatırası sizde kaldığı sürece o insanın sizin içinizde varlığını sürdürmesi gibi, zaman geçse de anılar kaldığı takdirde geçmişi geride bırakmazsınız, şu an ile bağı devam eder. Bunun hem güzel tarafları var hem de acı veren tarafları. Ancak ben, “Zaten hayat bu değil midir?” diye düşünüyorum.

Nakano Eskici Dükkânı kitabında çok fazla nesne çıkıyor karşımıza. Kitabı yazarken bu nesnelerin neyi temsil ettiğinden çok, yazdıkça doğal akışı içinde o nesnelerin bana –yazara– romandaki kişiler hakkında bilgi vereceğini düşünüyordum. Benim yazar olarak bir şeylere önceden karar vermediğim, kitapta karşıma çıkan nesnelerin bana romanın kahramanları hakkında bilgi verdiği garip ve eğlenceli bir deneyim oldu.

- Hitomi beni etkileyen karakterlerden biri. Dünyayı sessizce gözlemleyen ama anlamakta zorlanan bir karakter. Onun bu 'anlamazlık hali’, insan ilişkilerindeki belirsizliğin ve gizemin bir yansıması mı? Biz fanilere çoğu zaman başkalarını gerçekten anlamaktan ve dinlemekten ne kadar uzak olduğumuzu mu göstermek istediniz?

Hitomi’nin bilhassa dert ettiği şey, Takeo ile olan ilişkisi. Hitomi’nin de Takeo’nun da kompleksleri var. Bu komplekslerle nasıl başa çıkacakları konusu onların en temel meselesi. Bu kompleksleri, aynı yaşlardaki Hitomi ve Takeo birlikte olduklarında, ileri yaştaki roman karakterleriyle etkileşimde oldukları zamanlara göre çok daha fazla ön plana çıkıyor. Tam da bu yüzden ikisi hep çatışıyor ve düzgün bir ilişki kuramıyorlar. Ben, bu çatışmaların zamanla nasıl başkalarını anlama çabasına dönüştüğünü yazmak istedim.

Benim de bizzat pek çok kompleksim vardı, küçüklüğümden beri insanlarla düzgün bir bağ kuramıyordum. İnsanlarla çatışır, huzurlu ilişkiler kuramazdım, başkalarını anlamak ve onlar tarafından anlaşılmak konusunda umutsuzdum.

- Peki şimdi?

(Gülüyor…) Şimdi, 66 yıl yaşadıktan sonra bile dertlenip iç geçirdiğim çok oluyor. Ama yüzümde buruk bir gülümsemeyle bu zorlukların yaşamın tadı olduğunu düşünüyorum.

"İnsanların, havanların, bitkilerin, eşyaların ruhu olduğuna inanıyorum"

- Romanınızdaki nesneler sadece eşyalar değil, adeta ruhu olan semboller gibi. Örneğin, “kâğıt ağırlığı” metaforu ilişkiler üzerine derin bir bakış sunuyor bizlere. Nesnelerin insan hayatındaki rolü nedir?

Romanımdaki nesnelerin birer ruhu olduğunu hissetmenizden memnuniyet duydum. Ben, insanların da hayvanların da bitkilerin de minerallerin de eski eşyaların, hatta henüz yeni olan eşyaların da bir ruhu olduğuna inanıyorum. İnsanoğlu yeryüzündeki en üstün varlıktır, insanoğlu tek seçkin varlıktır gibi anlayışların son derece tehlikeli bir düşünce tarzı olduğu kanısındayım. Biraz uç bir ifade olacak belki ama bu tür üstünlük taslayan bir bakış açısının eninde sonunda savaşlara yol açacağını, çevreyi tahrip edeceğini, insanlar arasında eşitsizlikler yaratacağını düşünüyorum.

Nesneler, insanlar, atmosfer, uzay, görüp bilmediğimiz uzak galaksiler… Hepsi önemli diye düşünmek istiyorum.

Hiromi Kawakami (Fotoğraf: Rinko Kawauchi)

- Eski eşya hayranı olarak eskici dükkânındaki eşyalar, unutulmuş ya da hatırlanmaya değer anılarla yüklü gibi geliyor. Anılarımızla yüzleşmek neden bu kadar zor?

Belki de bu, anıların her zaman iyi olmamasından kaynaklanıyordur. İşin aslı anıların bir bölümü illaki bizim kendi uydurmalarımızdır. İnsanlar her şeyi olduğu gibi hatırlamaktan aciz ne de olsa. Bunun tehlikesini ve rahatlığını ilginç buluyorum.

"Hayat zaten mükemmel olmadığı için ilginç değil midir?"

Masayo ve Hitomi arasında güçlü bir duygusal bağ var, ancak bu bağlantı bazen tam olarak anlaşılamıyor. Sizce hayatın öğretilerinde duygusal zekâ, diğer tüm öğretimlerden daha mı güçlü? Masayo ve Hitomi’nin ilişkisi bu açıdan nasıl bir anlam taşıyor?

Hitomi’nin Masayo’nun ona karşı beslediği hisleri olduğu gibi anlaması imkânsız. Buna karşılık, Masayo’nun Hitomi’nin duygularını tamamen anlaması da imkânsız. Bence aralarındaki bağ ne denli güçlü olursa olsun insanların birbirini eksiksiz anlaması, duygularını mükemmel şekilde idare etmesi mümkün değil. Fakat hayat zaten mükemmel olmadığı için ilginç değil midir? Tıpkı yıpranmış, çizilmiş, bir parçası kırılmış eski eşyaların bize çekici gelmesi gibi…

- Bay Nakano’nun sürekli tekrarladığı “demem o ki” sözü, bir anlamda kendini açıklayamamanın simgesi mi? Bu dil oyununu, karakterin anlaşılmazlığı ve insanlarla olan duygusal mesafesi mi?

Bay Nakano’nun sözleri sadece kelime anlamıyla algılanmamalı. Kendisi çelişkilerle dolu: Basit biri gibi görünse de iç dünyasını hayli gizleyen bir insan, karmaşık yapıda gibi görünse de aslında tam tersine basit biri olduğu da söylenebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse şimdiye dek yazdığım romanlar içinde en sevdiğim, Bay Nakano oldu. Hatta öyle çok sevdim ki geçen yıl çıkan romanımda da Bay Nakano şöyle bir görünüyor. İlk defa böyle bir şey yaptım yani.  Onun cazibesi, derinliği ve sevimli şapşal halinden keyif almanız beni çok mutlu eder.

- Hitomi, kendini ve çevresindekileri anlamaya çalışırken içsel bir yolculuğa çıkıyor. Modern insanın kendini anlamak için yaptığı bu içsel arayış asla bitmiyor. Sizce hepimiz biraz 'kaybolmuş' muyuz?

En azından ben, hayatım boyunca hep “kaybolmuş” hissettim.

Hiromi Kawakami

- Romanınızdaki nesneler, karakterlerin kişisel dönüşümlerine ve ilişkilerine de ayna tutuyor. Sizce insanlar, hayatlarındaki nesneler aracılığıyla duygusal anlamlar mı yüklüyorlar?

Uzun süre kullanılan ya da anıları olan nesneler, sahibi olan ya da sahibinin çevresindeki insanlarda zaman zaman sanki onun dostuymuş gibi duygular uyandırabiliyor. Fakat bu bence bizzat o nesneden değil de muhtemelen “anılarımız”da yer almasından ötürüdür.

"Cinsiyet eşitliği; Japon edebiyatında, Japon siyasetine göre daha fazla uygulanıyor"

- Erkek egemen edebiyat dünyasında kadın bir yazar olarak var olmak hala zorluklarla dolu. Japonya’da ilk yazarlık dönemlerinizde bu alanda görünür olmak ve kendinizi kabul ettirmek için engellerle karşılaştınız mı? Japon edebiyatında toplumsal cinsiyet eşitliği sağlandı mı?

Benim ilk kitabımın çıktığı otuz yıl öncesinde kadın yazarlar şimdikinden çok daha azdı. Kadın yazarların birbirine destek vermesi için İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin hemen öncesinde kurulan “Kadın Edebiyatçılar Derneği” adlı bir topluluk vardı.

Bana gelince, şahsen kendi çalışmalarımı yayımlama konusunda bir engelle karşılaşmadım. Ancak hakkımda çok az sayıda kişi tarafından olsa da alaycı bir üslupla kadınlara ayrımcılık yapan yazılar defalarca yazıldı. Günümüzde “Kadın Edebiyatçılar Derneği” artık görevini tamamlamış ve dağılmıştır. Mesela edebiyat ödülü jüri üyelerinin kadın erkek dağılımı genelde denk oluyor. Açık açık kadınlara ayrımcılık yapan yazılar artık neredeyse görülmüyor. Cinsiyet eşitliğinin Japon edebiyat dünyasında, en azından Japon siyaset dünyasına kıyasla, daha fazla uygulandığına inanıyorum.

- Tüm röportajlarınızda kitap sevginiz ve kaçış noktanızın kitapçılar olduğunu belirtiyorsunuz. Biz içe dönüklerin tapınakları kitapçıklar sanırım. Bir bibliyofil olarak bugüne kadar en çok etkilendiğiniz ve en kült kitaplarınızı paylaşabilir misiniz

Roman yazmaya başladığım öğrencilik dönemimde, ne kadar yazarsam yazayım hikâyeyi bir türlü oturtamadığım o zamanlarda, bana “Böyle bir üslup da olabiliyor demek!” dedirtip gözlerimi açan, Hyakken Uçida’nın yazıları olmuştu.

Teşekkür ederim. Romanımı dikkatle okuyup sorduğunuz pek çok soruyu yanıtlamak benim için çok keyifli oldu.


Japonca’dan Çeviri: Zeynep Ebru Okyar

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Prof. Dr. Türkay Demir ile ruhsal derinliklere bir seyahat: 'Öteki' olmadan ‘ben’ de olmaz

"İnsan ruhsallığı kurulurken, gelişirken ilişkilere ihtiyaç duyar. Bu ilişkiler olmadan, diğer insanlar olmadan insan olamayız. Başka insanlar ve ötekiler olmadan 'ben' de olmaz"

Büşra Sanay: "Kardeşini doğurmak" dünyanın en ağır cümlesi; toplumsal sessizlik ölümden öte bir şey

Büşra Sanay ile görüştük; çarpıcı ifadeleriyle, ensest mağdurlarının uzun vadeli travmalarını, hukukun eksikliklerini ve toplumun içine düştüğü büyük ahlaki çöküşü anlattı. "Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin" diyen mağdurlar, bize ailenin kutsallığını yeniden sorgulatıyor

'Ailenin Ötesi'nin yazarı Bülent Somay "İyi baba, ölü babadır" ironisiyle aslında ne demek istiyor?

"Aile kurumu paldır küldür çöküyor ve molozların altında kalıyor çocuklar. Ya 'masum seyirci' rolü oynayıp sessiz kalacağız, ya da moloz kaldırma çalışmalarına el vereceğiz, başka şansımız yok"

"
"