26 Haziran 2024

Kendimizi ayağımızdan vuruyor muyuz?

Dolaylı vergi orta gelir tuzağına yol açmaktadır. Ülkede maliye politikası, lüks üretime kısıtlama getirmek için böyle ürünlerin ithaline kısıtlama getirmektedir. Bunun en basit örneğiyle, en sıradan ithal otomobilin fiyatı, yurt dışındaki bedelin iki-üç katıdır. Sıradan otomobillere gelince bir birkaç katına çıkmaktadır. Akıllı telefonlara gelince bunların bedeli, yurt dışının en azı iki katıdır. Bu örnekleri elektrikli tüketim mallarına, mutfak makinelerine genişletmek mümkündür. Bu örnekler ülkede tüketim teknolojisinin geri kalmasına neden olmakta, tüm ülkeler ilerlerken Türkiye kendisini ayağından vurmaktadır

Enflasyon artık şaka mı oldu?

Neredeyiz?

Enflasyon 85 milyon nüfusun ne kadarını etkiliyor, ne kadarını acıtıyor?

Hali vakti yerinde olanlar toplumun bir bölümü mü, onları ihmal etmek mi gerekir? 

"Evrensel gelir modeli", çalışsın, çalışmasın, herkese para ödenmesini öngörür, bu çözüm olabilir mi? Bu, "precariat"nın hakim olduğu modeldir. [1] Kavram, milattan önceden beri felsefeciler tarafından tartışılmıştır, son zamanlarda Guy Standing tarafından yeniden ortaya atılmıştır. 

Enflasyonla "mücadele" adı altında "echelle mobile" modeli, endeksleme, adeta bir ağrı dindirici, ama enflasyonla mücadelede çare mi? Endeksleme, sürekli olarak gelecekteki fiyat artışlarının içselleştirilmesini ve gelirlerin buna paralel olarak yükseltilmesini, yani enflasyonun beslenmesini ifade eder.

Monopol oyun olmaktan çıktı, yaşamın kendisi oldu

"Endeksleme" uygulaması, bir yandan da tüketici kitlelerine yapılan sosyal transferleri ifade etmektedir. Yani, bir benzetmeyle sanki boynumuzu sıktıkça sıkan bir düğümdür? Gelirimiz gerçek üretimden kopuk olarak, adeta "rüzgara göre" yükselmektedir; bizler de "gamsız" olarak harcamayı sürdürüyoruz. Ne beis var, iyi bir yerde adam başı yemek 5.000 - 6.000tl ve üstü olmuş, içki ile keyif daha da artar. Askıda simit 12.50 TL. Çukur büyüyor, müzik hızlanıyor, tabii sürdürebilenler için.

Bugün Türkiye'de başvurulan yol budur ve hiç kimse sesini çıkartmamaktadır, giderek bataklığa gömülmekteyiz. Enflasyon tartışması "monopol" gibi salon oyununa dönüşmüştür.

Ülkede yaratılan gayrı safi gelir yeterli değildir. Bunun önemli göstergesi olan "toplam faktör verimliliği", 1981-2017 yılları arasında, Çin'de 1.68, Irlanda'da 1.87, Güney Kore'de 1.66, Tayvan'da 1.66, Hindistan 1.26, Türkiye'de 0.62, Brezilya'da -1.26 olarak hesaplanmıştır. Türkiye ekonomisi ÜRETEMEMEKTEDİR. Ama tuhaf bir şekilde tüketim artmakta, yaşam düzeyi yükselmektedir. Bunun bedelini kimin ödediğine aşağıda değineceğiz.

Bu tablo Türkiye ekonomisinin ayrıntılı şekilde incelenmesini gerektirmektedir. Enflasyon, emekli maaşı artışı gibi sorunların temelinde ekonominin 20 yıldır yok edilen reel kaynakların, yeni endüstrilerin inşa edilmesi şartı vardır.

Yetersiz üretim

Cari işlemler açığı hep gündemdedir, ancak bu açık dış ticaretle ilişkilendirilmektedir. Oysa cari açık aynı zamanda tasarruf açığını da içermektedir. Yurt içinde yapılan harcamalar, ister lüks otomobil, ister sermaye malı ithalatı olsun, borçlanmayla karşılanmaktadır. Birey satın aldığı arabanın bedelini cebinden ödemektedir, ama ülkenin bu ödemeyi yapacak gücü yoktur. Bunun için bir yandan dolaylı vergilere, öte yandan enflasyona, fiyat yükselişle at başı giden endekslemeye başvurulmaktadır. Özel tüketim vergisinin niyeti bu harcamaları frenlemek değil, daha pahalı hale getirmektir. Böylece ileri teknolojinin ülkeye girmesi zorlaşmakta, engellenmektedir.

2013 yılında sosyal transferler, toplam bütçe giderinin yüzde 45'ini oluşturmuştur. Bunlar adeta "üniversal gelir"dir. Ama bu kez hedef, gelir karşılığı oyla iktidarın seçim kazanmasıdır. Bu uygulama enflasyonla mücadele değil, onu sürdürme aracıdır ve bununla kendi kendimize çelme takmaktayız. Yıllardır bu krizden çıkılmasının yolunun, orta ve dar gelirlinin üzerindeki baskının artması olduğu söylenmektedir. Bu çare midir? Çarenin ne olduğu bu satırların arasındadır: dürüst, doğru, güvenilir, ülke insanının geleceği için çalışan yönetimler.

Gelir dağılımı bozukluğu

Ülkede gelir dağılımının dağılışındaki bozukluk, orta ve alt gelir gruplarını özellikle vurmaktadır. Bir yandan merdiven altı ekonomi, diğer yandan sosyal transferler, görünürde alt gelir gruplarını uyuşturmaktadır. Orta gelir grupları çaresizlik içindedir.

Dolaylı vergiler kamu giderlerinin önemli bölümünü oluşturmaktadır. Kamu maliyesi derslerinde kamu geliri edilmesi, vergi alınıması, "kazın acıtmadan yolunması"na benzetilir. Oysa ülkemizde başvurulan yol tam tersinedir. Önemli vergi mükellefleri her yıl vergi ertelemesiyle, affıyla yaşarken, onlara yolunmak bir yana masaj yapılırken, memurlar ve orta gelirliler yolunmaya tabi olurlar. Yolunanların bağıracak hali kalmazken, vergiden affedilenler yat ve yurt dışında villa, kat koleksiyonuna devam etmektedir. 

Özel tüketim vergisiyle orta gelir tuzağı

Dolaylı vergi orta gelir tuzağına yol açmaktadır. Ülkede maliye politikası, lüks üretime kısıtlama getirmek için böyle ürünlerin ithaline kısıtlama getirmektedir. Bunun en basit örneğiyle, en sıradan ithal otomobilin fiyatı, yurt dışındaki bedelin iki-üç katıdır. Sıradan otomobillere gelince bir birkaç katına çıkmaktadır.

Akıllı telefonlara gelince bunların bedeli, yurt dışının en azı iki katıdır. Bu örnekleri elektrikli tüketim mallarına, mutfak makinelerine genişletmek mümkündür. Bu örnekler ülkede tüketim teknolojisinin geri kalmasına neden olmakta, tüm ülkeler ilerlerken Türkiye kendisini ayağından vurmaktadır. Sorun yalnız tüketim teknolojisinin değil, temel bilimlerin gelişmesine engel olmakta, tüm değer zincirinin geri kalmasına neden olmaktadır.[2]

Fiyat kavramı artık kalmamıştır, para tüm anlamını yitirmiştir. En ucuz ürün olan simit 12.5 tl, ISPARK'ın saati 50 TL nin üstündedir. Vale ücreti 100 TL - 300 TL arasında, lokanta ücreti 1.500 - 6.000 tl ve üstündedir.

Çare mi; bu hükümet daha iyisini yapamaz. Cumhurbaşkanı ile sekreterlerinin arasında fikir alış verişi kalmamıştır. Kimin politika kararını verdiği bilinmemektedir. Her gün bir başka kur, faiz tahminden söz edilmektedir. Gerçek iktisatçılar böyle tahminlerin yapılamayacağını bilirler. Kur da, faiz de biri paranın, diğeri dövizin fiyatıdır. 

İktisattan haberi olmayan "şöhretler", ellerindeki parayla "oynamak" ve "daha çok kazanmak ve kazandırmak" için bu bilgiye ihtiyaç duyuyor, bunun için olmadık para cambazlıklarına başvuruyorlar.

Nereye kadar?

Enflasyon fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi olarak tanımlanıyor. Bu tanım yeterli mi? Fiyatlama kavramı ne ifade ediyor? Kavramın karşılığı, "maliyet artı kâr", "rakibin izlenmesi" gibi tanımlanmıştır. Maliyet sabit veya değişken maliyet olabilir. Satıcı kendi durumuna, nakit akışına göre bunların hangisini esas alacağına karar verebilir. Rakip piyasadaki koşullara göre fiyatlama stratejisi belirler.

Fiyat alıcı ile satıcının karşılıklı olarak belirledikleri alış veriş "değeri"ni ifade ediyor. Değer nedir? Ulusal parayla veya bir başka ülkenin parasıyla nasıl bir ilişkisi vardır? Bu enflasyonu yaşarken sorunumuz "paramızın" değer yitirmesi mi, yoksa ekmekten, sudan makineye, konuta elle tuttuğumuz şeylerin değer yitirmesi mi? Bu ikinci değer yitirme olayı mümkün mü? Ürün değerini neden alıyor? Karl Marx değeri emekte bulmuştu ve ona göre makinenin değeri, onun üretiminde biriken işgücü emeğiydi. Bugün imalat, her türlü üretim çok daha karmaşık. 

Eskiden muteber kişilerin "hamil-i yakınım" kartını yerini, şimdi, Cumhur İttifakı üyesi kişilere ve onların uzantılarına verilen "üyelik kartı" almıştır. Bu kısır denge kırılmaz, acıtır; canı acıyanların sesi çıkmamaktadır. Nitekim toplum artık paranın değerindeki düşmeyi hissetmemektedir. İktidar ülkenin dört bir köşesinde, çeşitli şekillerde bu transferi kimi zamanla bayram ödemesiyle, kimi zaman emekli ikramiyesiyle yapmaktadır. Bunlar çare değildir. Fiyatın anlamı kalmamıştır.

Oysa fiyat müşterinin ürün karşılığında ödemeye hazır olduğu bedeldir. Bu bedel tek bir rakamdan oluşmaz. Her müşterinin değişik ortamlarda ödemeye razı olduğu bedel farklıdır. Satıcının ürün sergilemesi müşteri kitlesine göre değişiklik gösterir. Müşterinin ürüne ödemeye hazır olduğu bedel ürünün içerdiği teknolojiye, müşteriye sunduğu hizmete göre değişebilir. [3]Bu bağlamda tüketicinin ihtiyacına, tercihlerine göre mala veya hizmete atfettiği, değer fiyatı belirler ve hiçbir zaman sabit değildir.

Para değerin ölçüldüğü birim. Kendi başına taşıdığı değer, parayı çıkartan, ona kefil olan hükümetin itibarı, güvenilirliği ile ölçülür. 1974'e kadar doların değeri bir ounce (32 gr) altınla ölçülürdü. R. Nixon başkanlığı döneminde bunu kaldırdı. Doların üstünde "in god we trust - tanrıya güveniriz" yazar, ama Tanrı doların teminatı değildir. Zaten Tanrı değer ölçüsü değil, inanç konusudur. Keza Euro'nun, pound'un, İsviçre teminatı arkalarındaki teminat hükümetin güvenilirliğidir. Buradan hareketle, TL'nin neden değer yitirdiğini siz tahmin edin.

Neoliberal model

"2016 yılı modern siyasetin başlangıcıdır. Politikacılar ümidi 'Reagan, Thatcher' anlayışına bağlamış, böylece neoliberal model. Onyıllardır süren anglo-liberalizm, endüstrinin, reel sektörün yerini, kaptanlığı, finans sektörüne bırakmasına yol açmıştır. Finans sektörü varlığın önemli bir kısmına el koymuş, yalnız kendi yatırımcılarına faydası dokunan bir üstünler sınıfı yaratmıştır. Çünkü finans sektörü start-up şirketler üzerinden, reel sektörden daha yüksek gelir yaratmaktadır Çöküntü halinde bir orta sınıf, sağdaki baş kaldırmanın tohumları olmuştur. İngiltere'de Brexit ve ABD'de D. Trump, bırakınız yapsınlar, geçsinler politikasının bedeli olmuştur."[4]

Çıkar yol nerede?

Karamsar bir tablo, ama gerçek bu. CHP normalleşmekten söz ediyor. Bunun siyasi yönü kadar ekonomi yönü için nelerin yapılmaması gerektiğine değindik. Yapılması gerekenler gerçekten acıtıcı. En başta ülkeyi yönetenlerin kendi fantezi dünyasından sıyrılması gerekir. Bu mümkün mü?

Vergi önlemleri çare olmadığı gibi, AKP hâlâ kendilerine, seçmenlerine dokunacak vergilere karşı çıkıyor, ülkeyi daha zor günlere sürüklüyor. 

Güven, hukuk, adalet deyince bu ifadeler "terör, terörist" olarak yankılanıyor. Hukuk kavramı anlamını yitirdi.

Sağırlar diyalogunda çare arıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu anlatmak zor, çok zor.


[1] Precariat, çalışma sorunu ve gelir yokluğu yaşayan sınıfa verilen addır.

[2] Ricardo Haussman-Cesar Hidalgo - bu süreci ekonomide kompleksitenin artmasıyla, böylece teknolojinin ilerlemesiyle anlatmaktadır. The Atlas of Economic Complexity, MIT, Center of International Development, 2013.

[3] Daniel Kaufman, Thinking Fast, Thinking Slow,Allen Lane, Thaler, Nudge,

[4] Janan Ganesh, Don't Blame Neoliberalism for the Rise of the Hard Right, FT, 19.062024

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A.Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Loqum - qurabiye - sherbet

Çanakkale köprüsü inşaatında hatası nedeniyle 2015'te intihar eden Japon mühendis Ryoichi Kishi'nin ahlak standartlarına çok uzağız. Yoksa AKM'de kullanılan asansörlerin neden olduğu olayın üstü bu kadar kolay örtülemezdi

Asteriks’ten BRICS’e

BRICS üyesi ülkelerin yönetim standartlarının, kültürel birikiminin, siyasal tercihlerinin ne nitelik ne de nicelik bakımından ortak bir yanı bulunmamaktadır. BRICS’in AB gibi bir kurumsal yapıya ulaşması hedeflenmemektedir, hedeflense de bunun gerçekleşmesi olası değildir

Filenin Sultanları'ndan yapay zekâya

Dönem demir çelik ve ağır sanayi yatırımı değil, akıl, yaratıcılık dönemi ve yaratıcılığını temel koşulu sorgulamak