Kültür-Sanat

Türkiye Pavyonu Venedik'te, terk edilmiş binalara dair umut dolu yeni hikâyeler anlatmaya hazırlanıyor

So? Mimarlık ve Fikriyat’ın kurucuları Sevince Bayrak ve Oral Göktaş

17 Mayıs 2023 22:06

Bahar Türkay*  

 Dünyanın en önemli mimarlık etkinliklerinden Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi bu yıl 20 Mayıs-23 Kasım arasında gerçekleşiyor. İKSV’nin koordinasyonunda düzenlenen, TC Dışişleri Bakanlığı himayesinde, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla, Schüco Türkiye ve VitrA eş sponsorluğunda hazırlanan Türkiye Pavyonu’nun bu yılki küratörleri So? Mimarlık ve Fikriyat’ın kurucuları Sevince Bayrak ve Oral Göktaş. 

 Pavyon’da yer alacak olan “Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi" başlıklı proje, en özet anlatımıyla “terk edilmiş binalara dair umut dolu yeni hikâyeler” anlatmaya hazırlanıyor. Odağına mevcut olanı anlamayı ve dönüştürmeyi alan Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi, terk edilmiş binaları yıkmak ya da kaderine terk etmek yerine, onların hikâyelerini dinlemeyi ve anlamayı öneriyor.

 Küratörler ile Türkiye Pavyonu’nun ev sahipliğini yaptığı Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi’nin detaylarını, manifestolarını ve benzer şekilde kendi manifestosunu ortaya koyan farklı projelerini konuştuk. 

 So? Mimarlık ve Fikriyat'ın mimarlık yaklaşımını nasıl tanımlarsınız? 

Senelerdir sorulan bu soruya yanıt veremiyorduk ve aslında bu sorunun yanıtını ararken Mimarlığın Çuval Teorisi’ni yazdık diyebiliriz. Bizim mimarlık yaklaşımımız orada olanı dinlemek, onunla diyaloğa girmek için çabalamak. Palanga Çiftliği’ndeki kümeste de, “Göğe Bakma Durağı”nda da projelerin çıkış noktası orada olana yakından bakmak, onu nasıl neye dönüştürebileceğimiz üzerine düşünmekle başlıyordu. Projelerimiz arasındaki ortak noktayı ilk olarak İPA (İstanbul Planlama Ajansı) Havuz projesinde keşfettik ve Mimarlığın Çuval Teorisi’ni yazarken geliştirdik.

İstanbul Planlama Ajansı kampüsünde terk edilmiş yüzme havuzu

 Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu'nun bu yılki kürasyonunu So? Mimarlık ve Fikriyat olarak siz yürütüyorsunuz. Pavyonda yer alacak "Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi" için manifestonuzu geçtiğimiz haftalarda bir basın buluşmasında tanıttınız. Manifesto, "Neden Yıkıyoruz?", "Olay Yeri İnceleme", "Mevcuttan Öğrenmek", "Dönüştürülenler" gibi önemli başlıklar taşıyor. Ve bu başlıklar, Şubat ayında meydana gelen deprem sonrasında pek çoğumuz için daha kapsamlı anlamlar ifade diyor ve daha derin bir sorgulamanın parçası olabilir. "Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi" bu bağlamda ne söylüyor, soruyor veya tartışmaya açıyor?

Kasım ayında projenin taslağını oluştururken, Kahramanmaraş’ta sadece çirkin olduğu için yıkılmak istenen ve yıkımı altı ay süren, “Dünyanın En Çirkin Binası” diye bilinen Kahramanmaraş İl Özel İdaresi binası, serginin bir parçasıydı. Bu denli Türkiye’yi ilgilendiren bir konuyu, Venedik’te Türkiye’den çok az insanın ziyaret edebileceği bir pavyonun dışına taşırmak, tartışmayı Türkiye’de devam ettirmek bizim için önemliydi, bu kapsamda Kahramanmaraş’ta Mart ayında bir panel planlıyorduk. Öte yandan kullanılmayan binaları yeniden değerlendirmek için, bu binaları güçlendirmek, tamir etmek, betonu incelemek gibi başlıklar en başından beri sergide olan, ancak depremden sonra çok daha önem kazanan başlıklar oldu. Büyük bir kısmı deprem bölgesi üzerine yerleşmiş dolayısıyla eldeki yapı stokunu depreme dayanıklı hale getirmenin acil olduğu bir gündemde, terk edilmiş olsun olmasın mevcut yapıları güçlendirmek ve tamir etmenin yöntemlerini öğrenmek ve geliştirmek zorundayız. Dolayısıyla 6 Şubat depremleri ile beraber serginin içeriği değişmedi, ancak sergide zaten olan bazı başlıklar önem kazandı. Ayrıca evsiz kalan depremzedeler için, kullanılmayan yapı stokunun hızla değerlendirilmesi de acil bir başlık olarak gündeme geldi. Türkiye’nin her yanına yayılmış, çoğu sağlam ve kullanılabilir durumda olan ancak farklı sebeplerden boş olan yapıların kullanıma açılması, geçici barınma ihtiyacı için biz çözüm olarak düşünülmesi önem kazandı. 

 Küratörler Sevince Bayrak ve Oral Göktaş (Fotoğraf: Fatih Yılmaz)

 Bir diğer bienal projeniz, 2018 yılında gerçekleşen 4. İstanbul Tasarım Bienali'nde yer alan ‘Suda Umut / Hope on Water’ idi. "Suda Umut" deprem sonrasında hayatı yeniden inşa etme ve suyu bir alternatif olarak değerlendirme üzerine bir projeydi. Depremle ilgili gündemimizin yeniden çok sıcak olduğu bugün bu projeyle ilgili neler söylemek istersiniz?

2018 yılında İstanbul Depremi ile ilgili “mimarlar ne yapabilir?” diye sormuş ve “Sudaki Umut” ile sonuçlanan interdisipliner bir eğitim projesi ile ofiste yürüttüğümüz afet sonrası yüzen bir birim tasarımı ve uygulamasını gerçekleştirmiştik. Orada amacımız, son 20 yılda inşaata açılan afet sonrası toplanma alanlarına dikkat çekmek ve suda yüzen bir geçici barınma konutu ile bu durumun altını çizmekti. Maraş depremlerinden sonra bir kere daha görüldü ki, felaketi yaşayan kentlerdeki tüm boşluklar çadır alanları ile dolmuşken, İstanbul’un özellikle bazı bölgelerinde depremden sonra barınma alanı yapılabilecek herhangi bir boşluk yok. 

 Suda Umut / Hope on Water’ projesi  daha sonra yurt dışında da sergilendi. Hatta son olarak Royal Academy of Arts bünyesindeki "What is radical today? 40 positions in architecture" sergisinde de yer aldı. Projeyi, küresel olarak geleceğe dair mesele edindiğimiz ve aciliyeti olan konularla bağlamı açısından nasıl konumlandırıyorsunuz?

Proje şu anda Danimarka Tasarım Müzesi’nde ve Roma’daki modern sanat müzesi MAXXI’de sergileniyor. Dünyada tasarımın krizlere nasıl yanıt verebileceği bir merak konusu, bu konuda çalışan çok fazla inisiyatif var, bizim projemiz de hem sel hem de depremde geçerli olabilecek bir çözüm olduğu için, tasarımın iyileştirme gücüne dair olduğu için dünyanın farklı yerlerinde ilgi gördü.  

 İstanbul Tasarım Bienali kapsamında yer alan projelerinizden biri de, 2016'da Galata Rum İlköğretim Okulu'nda sergilenen "Ziyaret" projesiydi. Proje hepsi İstanbul'da yer alan ve "anıtsal" olma özelliği taşımayan mezar taşlarının irili ufaklı maketlerinin olduğu bir platformdan oluşuyordu. Bunun bir yanıyla kente, mimari unsurlara, kentin birikimine farklı türlü bakmakla ilgili olduğunu düşünebilir miyiz? 

Mezar taşı mimari bir unsur olmasa da, mezarlıklar kentler için önemli mekânlardan biri. Tasarım Bienali olduğu için ve o seneki küratörler Beatriz (Colomina) ve Mark (Wigley) “tasarım nedir?” sorusunun altını çizdiğinden, mezar taşını insana ait son tasarım nesnesi olarak ele almak istedik. Tasarımcısı olsun olmasın, bir saat, bir gözlük gibi, mezar taşı da bir tasarım nesnesi ve donmuş bir ekran gibi ziyaretçi ve mezar taşının sahibi arasında iletişim kuruyor. O yerleştirmede yaptığımız hayali mezarlık farklı dinlerden çeşit çeşit mezar taşını içeriyordu. Sorunun yanıtını evet olarak düşünebiliriz, çünkü İstanbul gibi pek çok din ve mezhebe ait mezarlıkların olduğu bir kentte, kentin birikimine farklı türlü bakmakla ilgili bir çalışmaydı.

 Suda Umut / Hope on Water’ projesine dönersek, bu proje MEF Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi iş birliği ile gerçekleştirilmişti. Günümüzde bir yandan disiplinler arasındaki sınırlar keskinliğini kaybederken, bir yandan da uzmanlıklar hâlâ önemini koruyor. Mimarlık ve ilişkili alanlardaki proje araştırmalarda disiplinler arası işbirlikleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Mimarlığın genişleyen tanımı başka disiplinlerle işbirliği yapmayı kaçınılmaz hale getiriyor. Zaten bu kadar başka alanlarla ilgilenmeye meraklı bir pratiğin konu beraber çalışmaya gelince başka disiplinlerle işbirliği yapmaması biraz kuşku uyandırır değil mi? Öte yandan MEF ve Boğaziçi Üniversiteleri işbirliğindeki o üç disiplinli, mimarlık, sosyoloji ve inşaat mühendisliği öğrencilerinin olduğu mimari proje stüdyosunda gözlemlediğimiz şuydu; farklı disiplinlerin bir arada çalışabilmesi, zaman ve emek gerektiriyor, başlangıcı çok meşakkatli ama eğer o süreç aşılırsa, ortak bir dil oluşturulabilirse çok faydalı ve geliştirici bir süreç oluyor.

Küratörler Sevince Bayrak ve Oral Göktaş (Fotoğraf: Fatih Yılmaz)

 Her ikiniz de MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde akademisyenlik yürütüyorsunuz. Mimarlık eğitimde kavramsal alana ve çok katmanlı araştırma projelerine alan açmak mesleki olarak nasıl bir anlam ifade ediyor? 

Bizim meslek pratiğimiz de araştırma ile iç içe olduğu için araştırmanın beslenebileceği bir akademik ortamda olmak bize çok anlam ifade ediyor. MEF Üniversitesi’nde hem yüksek lisans hem lisans eğitiminde araştırmanın rolü, tasarımla araştırmanın nasıl daha iyi ilişki kurabileceğine dair sürekli kafa yoran bir hocalar ve öğrenciler ekibinin içinde yer almak bizim için bir şans. 

 Son olarak Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu'nda yer alacak olan "Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi"ne dönersek, projenin bienal sonrasıyla ilgili bir düşünceniz var mı? Ve pavyonu gezenler oradan neyle ayrılsın istersiniz? 

Çok yerel bir konuyu, bizi çok umutlandıran bir destekle, açık çağrı katılımcılarının desteği ile yaptığımız için ve Türkiye’ye dair konuları pek çok boyutuyla tartıştığımız için serginin Türkiye’de yeniden kurulabilmesini çok isteriz. Sergiyi gezenler umutla ayrılsınlar isteriz.

 

Türkiye Pavyonu hakkında

Küratörler: Sevince Bayrak, Oral Göktaş

Proje Ekibi: Aysima Akın, Kevser Reyyan Doğan, Merve Akdoğan

Araştırma Ekibi: Doğu Tonkur, Taylan Tosun

Araştırma Asistanları: Berke Şevketoğlu, Hatice Bahar Çoklar, Duygu Saygı

Sergi Tasarımı: SO? Mimarlık ve Fikriyat

Grafik Tasarım: Esen Karol

Yazılımcı: Özhan Binici

 

İKSV’nin koordinasyonunda düzenlenen Türkiye Pavyonu, TC Dışişleri Bakanlığı himayesinde, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla, Schüco Türkiye ve VitrA eş sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Türk Hava Yolları, havayolu partneri olarak destek veriyor.

 Türkiye, İKSV’nin girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla, bienalin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında 20 yıllığına kiralanan mekân vesilesiyle 2014’ten bu yana Venedik Mimarlık Bienali’ne katılıyor.

 


*Bahar Türkay HOPE Alkazar Direktörü