Medya

"Belirsizlikler ve Öngörüler": T24 Yıllık Konferansı, 4 panel, 6 sunumla tamamlandı

T24 Yıllık Konferansları’nın üçüncüsü, alanlarında uzman 16 kişinin katılımıyla düzenlendi

03 Ekim 2024 08:30

Güncelleme: 04 Ekim 2024 03:11

T24 Haber Merkezi 

T24 Yıllık Konferansları’nın üçüncüsü, bugün (3 Ekim Perşembe), “Belirsizlikler ve Öngörüler" teması altında yapıldı. “Çoklu krizler, ekonomi, politika, demografi, gençlik, yapay zekâ"  konuları üzerine düzenlenen konferansta, alanlarında uzman 16 saygın isim sunumlar yaptı, panellere katıldı. Konferansta, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de "İstikrar ve Reform Programı" sunumunu yaptı.

Finansal dış kaynaklar ve ideolojik angajmanlardan bağımsız, sadece gazetecilik gelirleriyle yayın yapan T24, yayın hayatındaki 15 yılda Türkiye’nin her kesimince izlenen, dünyada da referans alınan, bu vasıflarıyla medya tarihinde özel yeri olan bir haber/yorum/analiz mecrası konumuna ulaştı. T24, her yıl düzenlemeye karar verdiği “Yıllık Buluşmalar” serisinin üçüncüsünü, bu yıl 3 Ekim'de, tam gün süren bir konferansla gerçekleştiriyor. Konferansın moderatörlüklerini Şirin Payzın ve Murat Sabuncu üstlendi.

Wyndham Grand Levent Hotel'de yapılan konferans, bu yıl 15. yaşını dolduran T24'ün bugüne kadarki serüvenini video ve fotoğraflarla anlatan bir gösterimle başladı. T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın'ın karşılama konuşmasının ardından Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in "Türkiye Ekonomisi: İstikrar ve Reform Programı"  temasıyla yaptığı özel sunumla devam etti. 

Konferansta; Google Türkiye CEO'su Mehmet Keteloğlu'nun"yapay zekâda dünyada neler olduğunu, Türkiye'nin nerede olduğunu" değerlendirdiği konferansta, Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Hasan Arat da "Futbol Nerede Başlar, Nerede Bitmez" başlıklı bir sunum yaptı. 

Bakan Şimşek: Dezenflasyon sürecini daha kademeli yapmayı tercih ettik 

Bakan Mehmet Şimşek sunumunda, uygulanmakta olan ekonomi programına neden ihtiyaç duyulduğunu şu sözlerle anlattı:

"Türkiye'nin program öncesinde önemli dış kırılganlıkları vardı. Enflasyon, yüksek bütçe açıkları, yüksek cari açıklar... Birtakım dengesizliklerle karşı karşıyaydık. Canlı bir organizma gibi düşünmeniz gerekiyor programı. Herhangi bir programın ana hedefi, sürdürülebilir yüksek büyüme ve daha adil bir gelir dağılımı olmalı. Fiyat istikrarı, bütçe disiplini, cari açığın sürdürülebilir bir boyutta tutulması çok değerli, nihai hedefi gerçekleştirmeye yönelik yapısal dönüşüm en kritik bileşen."

En önemli hedefin enflasyon düşüşü olduğunu dile getiren Bakan Şimşek, "Geçiş döneminden sonra dezenflasyon süreci başladı. Biz bunu daha kademeli yapmayı tercih ettik. Reel sektörün uyum sağlaması için fırsat verdik. Bu daha doğru bir yaklaşım. Türkiye için daha sağlıklı olacağını düşündük" açıklamasını yaptı. 

Enflasyon ve büyüme dengesi hakkında da konuşan, Bakan Şimşek, şunları kaydetti:

"Geçici olarak büyümede bir yavaşlama oluyor ancak sürdürülebilir yüksek büyümenin önkoşulu fiyat istikrarıdır. Türkiye gerçekten yüksek sürdürülebilir büyüme patikasına kalıcı şekilde oturmak istiyorsa fiyat istikrarını sağlamalı. Mayıs ayında bana verilen briefingde açık yüzde 9,8 olacak dediler. Tedbir almak zorundaydık, aldık. Açık yüzde 5,2'ye indi. Depremi ayırdığınız zaman yüzde 1,6 açık söz konusu oldu. Vergi artışlarına gittik, harcama tedbirleri devam ediyor, gelir performansı geçen sene iyi oldu." 

"2026 sonunda hedefimiz tek haneli enflasyon"

Geçen yıl para politikasının yeniden inşa edilmesi gerektiğini belirten Bakan Şimşek, "Koşulların dezenflasyona müsait hale gelmesi için bir geçiş süreci öngördük. Kalıcı bir düşüş için gereken şartları oluşturuyoruz. Hedef, 2026 sonunda yüksek de olsa tek haneye indirmek" açıklamasını yaptı. 

Programın arzulanan sonuçları verip vermediğini değerlendiren Şimşek, "Türkiye'nin en büyük kırılganlık alanı, dış açık. Yakında 15 milyar dolar civarı bir rakama düşmüş olacak. Kısmen geçici faktörlerin etkisi var ama kısmen de giderek yapısal dönüşümün etkisini göreceğiz. Rezerv konusu, diğer bir endişe kaynağıydı. Rezervlerde ciddi bir iyileşme söz konusu. 27 Eylül itibarıyla son 1 yıl içinde net rezervde 93 milyar dolarlık artış var. Rezerv, şu an bir endişe kaynağı olmaktan çıktı" dedi. 

Kur Korumalı Mavduat programı hakkında konuşan Şimşek, "Biz buradan çıkmakta kararlıyız, bir türbülans yaratmandan devam edeceğiz" dedi. 

Şimşek, "Reel ekonomide bir yavaşlama var. Bazı alanlarda daralma var ama reel ekonominin geneline ilişkin bir daralma söz konusu değil, olumlu bir büyüme söz konusu" dedi. 

"EYT'nin maliyeti, deprem gibi geçici değil" 

Bakan Şimşek, geçen yıl genel seçimler öncesinde yürürlüğe giren emeklilikte yaşa takılanlar uygulaması için de "EYT'nin maliyeti kalıcı bir maliyet. Deprem etkisi birkaç yıllığına bir kerelik. EYT öyle değil" ifadesini kullandı. 

Şimşek, "Yapısal dönüşümde dünyadan kopuk olamazsınız. Dünyada büyümeyi olumlu etkileyecek iki faktör var: Yapay zekâ kullanımı, yapısal reformlar. Biz kendi yapısal dönüşümümüzü, bu çerçevede dizayn etti. Gelişmekte olan ülkelere göre yapay zeka konusunda daha iyiyiz. Özellikle dijital altyapı konusunda. Esas konumuz, fiber aktif altyapı, inovasyon, entegrasyon. Yeşil dönüşümle birlikte dijital dönüşümü de hızlandıracağız" dedi.

Şimşek, demografik yapıyla ilgili olarak, "Dünyada nüfus yaşlanıyor. Türkiye, yaşlı nüfus kategorisine girmeden, 18-19 yıllık bir süremiz var. Hala bir fırsat penceremiz var. Bizim için kritik bir alan var. OVP çerçevesinde, kreşlere yatırım yapmak, bu alanlarda yatırım yaparak kadınların işgücüne katılımını artırmak istiyoruz" açıklamasını yaptı. 

"Türkiye, dünyadaki küresel parçalanmalardan az etkilenir" 

Şimşek, dünyadaki kutuplaşmadan Türkiye'nin etkilenmeyeceğini öngördüklerini, şu sözlerle dile getirdi:

"Dünya büyümesinde diğer bir engel de kutuplaşma. Çin-ABD arasında stratejik rekabet asıl konu. Bu rekabet, birtakım etkiler doğuruyor. Türkiye'nin nispeten daha dayanıklı bir konumda olduğunu düşünüyoruz. Türkiye, AB'den siyaseten anlaşmazlıklar içinde olsa dahi, biz kurala dayalı bir ticaret modeli işletiyoruz. Ticaret hacmimiz küçümsenecek boyutta değil. Orta Asya ile Orta Doğu ile Kuzey Afrika ile hem yakın coğrafyalardayız hem de dostlukları pekiştiriyoruz. Yakın coğrafyadan ve dost ülkelerden tedarik yeni normal olacaksa, Türkiye dünyadaki küresel parçalanmalardan daha az etkilenir diye bekliyoruz." 

"Enflasyonu, talebi kısıtlayarak indiremeyiz" 

Bakan Şimşek, enflasyonun talebi kısıtlayarak indirilemeyeceğini, yapısal dönüşümle mümkün olduğun ifade etti:

"Piyasada dezenflasyon programı gibi görünen programın gerçeğinde en büyük önceliğimiz, yapısal dönüşüm. Enflasyonu, talebi kısıtlayarak indiremeyiz. Arz yönlü, her alanda verimliliği artırarak, sanayide dönüşümü başararak yapabiliriz. Bunlar piyasaya bırakılmayacak kada sofistike ve zorlu konular.

Program üzerinden rehberlik ve liderlik yapacağımız; sanayide dönüşüm, enerjide dönüşüm, dijitalde dönüşüm başlıklarıyla inşa ettiğimiz bir süreç var. Asıl konu burası. Bunu başarırsak enflasyonda, cari açıkta kalıcı düşüşü başaracağız. Rezerv vs. gibi konular Türkiye'nin gündeminden çıkmış olacak." 

Prof. Zarakol: Belirsizlik, yeni normalimiz olabilir 

Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Zarakol, "Batı Sonrasında Nasıl Bir Dünya, Nasıl Bir Türkiye" başlıklı sunumunda, "belirsizliğin yeni normal olabileceğini" söyledi. Prof. Zarakol, 21. yüzyılın düzensiz ve belirsizliğini ise şöyle gerekçelendirdi: 

"Birinci faktör, küresel güney denen ülkelerin artan etkinliği. Eskiden “Üçüncü Dünya” denen ülkeler ki bazen Türkiye’yi de buraya katıyorlar. Bu ülkelerin kapasitesi 20. yüzyıla göre artmış durumda; büyük güçlerle farklar eskiye göre fazla değil. 21. yüzyılda resim farklı. Birçok ülkenin hem ekonomik kapasitesi daha yüksek hem de kendilerine daha çok güven duyuyorlar. Dış politikada daha aktif olmak istiyorlar. Bu örnekler içinde Türkiye de var. Bir taraftan “ne güzel” diyebiliriz ama düzen açısından bakarsanız ortada birçok aktörün olması kafa karıştırıcı bir şey ve belirsizliği artıran bir şey. İngilizler buna 'Mutfakta çok aşçı olursa yemek bozulur' der. Bu belirsizliği artıran faktörlerden biri bu.

"Devletler tekrar şahsileşiyor"

İkinci faktör, devletlerin özelleştirilmesi ya da kişiselleştirilmesi. 19-20. yüzyıl siyasî gelişmelerine bakarsanız dünyanın her yerinde olan şey ulus devletin ortaya çıkmasıyla devlet dediğimiz şeyin kurumsallaşması ve kişilerin tahakkümünden uzaklaşması. 21. yüzyılda bu trendin tersine döndüğünü gördük. Devletler tekrar şahsileşiyor; mesela Rusya değil, 'Putin’in Rusya’sı'... Ülkeleri çok daha fazla liderlerle özdeşleştiriyoruz. Bu trend devam ederse uluslararası düzen açısından belirsizlik yaratan bir şey.

Üçüncü faktör, bizim yapısal sorun dediğimiz, insan olarak kontrol edemediğimiz makro faktörler. İklim değişikliği, teknolojik devrim, finansal oynaklık baskısı çok daha fazla artmış durumda; önümüzü göremiyoruz. İklim değişikliğinin tedarik zinciri etkileri; teknolojik devrimin toplumu nasıl dönüştüreceğini bilemememiz hep belirsizlik yaratıyor. 17. yüzyılda da iklim değişikliği var, teknolojik büyük değişimler var ve ekonomide de büyük değişimler var. Yapısal faktörlerin bir araya gelmesi de 17. yüzyılı hatırlatıyor. Bu yüzden uzmanlar, 21. yüzyıla, çoklu kriz diyorlar.

Bütün bu faktörleri bir araya koyunca benim gördüğüm 21. yüzyıl, 20. yüzyıla benzemeyecek; klasik uluslararası ilişkiler teorileri yetersiz kalıyor ve kalacak; yeni teoriler yaratmamız lazım. Büyük güç çekişmesi geri gelse bile, ki geldi, siyaseten tek belirleyici şey o olmayacak; başka birçok kriz var.

"Türkiye'nin, düzensizliğe alışık olması psikolojik bir avantaj" 

Türkiye’yi bu büyük resmin içine nasıl koyuyoruz? Türkiye, yeni düzensiz dünyaya nasıl adapte olabilir? Türkiye gibi müdahaleci olmak isteyen bir sürü ülke var, o fark edilerek hareket edilirse avantaja da dönüştürülebilecek bir şey. Amerika-Çin çekişmesinden kaçmanın yollarından biri diğer ülkelerde iş birliği yapmak. Devletlerin kişiselleşmesi konusunda Türkiye açısından çok dezavantaj değil, bir aşinalık var; bunun artık norm olduğu bir dünyada belki öyle olmamak dezavantaj. Yapısal faktörlerde en büyük zayıflık. Dışarıdan bakılınca Türkiye bu konuları çok ciddiye almıyormuş gibi görünüyor. Bakan Bey’in konuşmasında vardı, bence bu iyiye işaret. Çok büyük siyasi etkileri olacak büyük değişimlerden geçiyoruz bu açıdan. Bu konuda çok daha fazla kafa yorulması gerekiyor. Genel olarak diyebilirim ki Türkiye’nin düzensiz dünyada bir avantajı var, o da psikolojik bir avantaj. Öyle bir döneme giriyoruz ki 20. yüzyılda faydalı olan şeyler dezavantaj olacak; dezavantaj olan şeyler avantaj olacak. 

Türkiye'nin düzensiz dünyada psikolojik bir avantajı var. Düzensizliğe genel olarak aşina olmamız ve öngörülemeyen ortamlarda bile belli bir istikrarla iş yapabilmemiz, siyaset yapabilmemiz, ekonomiyi götürmemiz... Onun bir psikolojik avantajı olacak. Batı için çok zor. Hem düzenin olmasına hem de o kuralların onları kayırmasına çok alışıklar. Onlar psikolojik olarak 21. yüzyıla hiç hazır değiller. Türkiye ve Türkiye gibi ülkeler psikolojik olarak çok hazır."

Mahfi Eğilmez: Zamanında faiz artırsalardı, enflasyon yüzde 10-15'i geçmezdi 

"Küresel Krizin Eşiğinde Türkiye İçin Öngörüler: Para ve Maliye Politikalarına Bakış" birinci panel, BDO Türkiye CEO'su Erdoğan Sağlam, ekonomist, eski Hazine Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez ve BDO'dan Emrah Akın'ın katılımıyla gerçekleşti. 

Dr. Mahfi Eğilmez, orta vadeli programla ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, "OVP'de geleceğe ilişkin her şey pozitif ama sonuç yok. Program böyle yapılmaz. Programı yaptığınız zaman, üç yıllık bir program yapıyorsanız 3 yılın sonunda hangi hedefe varacağınızı yazarsınız, bugünden oraya nasıl gideceğinizi yazarsınız, bunun yerine temenniler var" yorumunu yaptı. 

Dünyanın bir düzensizliğe doğru gittiğini ifade eden Eğilmez, "Biz onlara gidemedik, dünya bize doğru geliyor" dedi. 

Eğilmez, 2023 genel seçimlerinden önce uygulanan "düşük faiz" politikasıyla ilgili olarak da, şu yorumu yaptı:

"Merkez Bankası'nın yükselme eğilimindeki enflasyonu engellemek için faizi birkaç puan artırması gerekirdi. Eğer biz bunu yapsaydık, bizim enflasyonumuz yüzde 10-15'ler ötesine gitmeyecekti. Tabii ki başka koşullar da var. Para politikasında inanılmaz bir hataydı, aylarca, yıllarca enflasyonu çok yüksek götürdük. Tüketiciler her ay enflasyonun daha fazla artacağı endişesiyle ikinci üçüncü evlerini, arabalarını aldılar. Ya dolar aldılar ya altın aldılar. Onları alamayanlar beyaz eşya yenilediler." 

Eğilmez, "Hukuk dışılıkla hiçbir yere varamayız. Birinci yapmamız gereken şey bu. Eğitimde de Türkiye inanılmaz geriye gitti. Müthiş bir kalite düşüşü var. Herkes, her sınıfı geçiyor. Böyle bir eğitim sistemi olmaz. Bu konuda, Uzak Doğu ülkelerini örnek almamız gerekiyor" diye konuştu. 

Erdoğan Sağlam - Mahfi Eğilmez - Emrah Akın 

Emrah Akın: Yeni vergisel düzenlemelere hazırlıklı olmalıyız 

Emrah Akın da OVP'yi değerlendirirken, vergi konusuna vurgu yaptı:

"Eğer dolaylı vergi vergi gelirlerinizin 65'ini oluşturuyorsa vergide adaletten bahsedemezsin. Dolaylık vergiler dışında da birçok problemimiz var. Diğer önemli konulardan birisi de vergi harcaması konusu. 2024 yılı için 2.2 trilyon harcama yapmayı planlıyoruz. Vergi gelirlerinin yüzde 30'u kadar harcama yapan bir sistemden bahsediyoruz. En yakıcı sorunlarımızdan birisi bu. İndirim, istisna ve muafiyet konusunda ciddi bir sıkıntı içerisindeyiz. Yapılacak çalışmayı bütün sivil toplum ve sektör ile birlikte yapmak lazım.

Yeni vergisel düzenlemelere hazırlıklı olmalıyız. Türkiye'nin gelir ihtiyacı var. 2,6 trilyon bütçe açığı verilmesi planlanıyor. Bütçe harcamaları yılın son 3 ayında patlar. 2024'ü en iyi ihtimalle yüzde 5 civarı bir bütçe açığıyla kapatacağız. Enflasyonun 1 puan artışının, 55 milyar TL ek yükü var.

Teşvik sistemini vergisel yönden de sorunlarımız var. Bizim bugüne kadar verdiğimiz vergisel teşvikler bugün geldi ayağımıza dolandı. Bizim verdiğimiz teşvikler operasyonel maliyetlere yönelik olmalıydı. Biz senelerdir sadece vergisel teşvik veriyoruz.

Biz 2008 yılında beri kayıtdışı programı yapıyoruz. Bir ülkede nakit ekonomisi çok fazlaysa, dolaylı vergiler inanılmaz yüksekse, SGK prim yükünüz fazlaysa, işsizliğiniz yüksekse o ülkede kayıtdışılık fazla olur. Vergi bilinci yerlerde olan bir ülkeyiz. Eğer herkese beyanname verebilecek duruma getirirsek herkeste vergi bilinci olacak. Ne kadar vergi ödediğiniz bu salonda kaç kişi biliyor? Böyle bir ülkede vergi bilinci oluşturamazsınız." 

Google Türkiye CEO'su: Yapay zekânın ne olmadığını da kafamızda netleştirmemiz gerekiyor

"Yapay Zekâ Dünyasında Neler oluyor, Türkiye' Nerede?" başlıklı sunumu, Google Türkiye CEO'su Mehmet Keteloğlu, gerçekleştirdi. 

Keteloğlu, şunları söyledi: 

"Yapay zekâ, içinden geçmekte olduğumuz son yirmi yılda üçüncü dönüşüm. İnternet, mobil dönüşüm ve yapay zekâ... Yapay zekânın ne olmadığını da kafamızda netleştirmemiz gerekiyor, bu konuda çok fazla mit var. 

Her bir teknoloji dönüşümü, onlarca yıl alıyor. İnternetin bütün dünyaya kazanımı 10-15 yıl aldı; hâlâ da içinden geçiliyor. Yapay zekânın çok erken bir dönemindeyiz."

Birinci amaçlarının yapay zekâyı herkes için erişilebilir ve ulaşılabilir kılmak olduğunu dile getiren Keteloğlu, ''Bir şeyleri anlayıp sentezini çıkarıp önünüze getirme konusunda oldukça faydalı. Bizim maillerimizi çok kolay daha yazmamıza yardımcı olabiliyor. Maillere bakıp özetlerini çıkar diyebiliyorsunuz. Bizim verimliliğimizi arttıracak ve bilgiye erişimimizi arttırabilir. Yaratacılığı artırabilir. Bu platformu herkese açacağız ki kendi veri setleriyle firmalar kendi uygulamalarını geliştirebilir. İnovasyonu artıralım dedik. Ve bunu kararlı, cesur ama aynı zamanda sorumlu hale getirelim. Bu dört hedef doğrultusunda geliştirmeye devam ediyoruz'' dedi. 

Bahadır Türk: AKP'nin, yoksulluğun kökünü kurutmak istediğini sanmıyorum

İkinci panel, "Türkiye’nin Sağı, Solu, Merkezi: Seçim Maratonundan Sonra Siyaset Hangi Kavşakta?" başlığı altında, kamuoyu araştırmaları uzmanı Bekir Ağırdır ve Prof. Dr. Bahadır Türk'ün katılımıyla gerçekleşti.

Prof. Dr. Bahadır Türk, dünyada popülizmin yükselişte olduğunu belirterek şöyle konuştu:

"Yükselen şey sadece popülizm, göçmen karşıtlığı değil; yeni bir popülizm türünün de yükseldiğini söylemek mümkün. Popülizmde yukarıda olanla aşağıda olan, dışlanan arasındaki gerilimi konuşuruz. Milliyetçilikte de içerisi ve dışarısı arasındaki fark ederiz. Popülist milliyetçilikte ise hem yukarı-aşağı hem de içerisi-dışarısı ayrımı var. Avusturya, Fransa, İtalya, Hollanda, Almanya, Belçika’da popülist milliyetçi dinamiğin yükseldiğini görüyoruz. Göçmen karşıtlığı bir tür semptom. Hikaye yalnızca parti tipolojisiyle de ilgili değil; siyasetin tarzıyla ilgili."

Türk, "Dünyada da Türkiye'de de merkez siyasette güçlü bir çatırdama olduğunu" belirterek, radikal eğilimin ve popülizmin bu sebeple yükselişte olduğunu ifade etti.

Türk, şunları kaydetti:

"AKP'nin yoksulluğu ciddi bir sorun olarak görüp, kökünü kurutmak istediğini sanmıyorum. Sosyal yardımlarla, dışlandınız, ötekileştirildiniz ama yanınızda biz varız diyerek kültürel kudret iksiri sunmak sitedi. bu şu ana kadar çalıştı ama artık çalışmıyor. 

Her sorunda oy potansiyeli görüp, sorunu devam ettirmek ve bundan oy devşirmek istediğinizde günün sonunda kriz noktasına geliyorsunuz." 

Bekir Ağırdır: İstanbullu Anadolulu’dan ürküyor; Fransız, göçmenden korkuyor

Bekir Ağırdır da Türkiye'de de dünyada da siyasetin tıkandığını belirterek "Popülizm kalıcılılaşıyor. Otoriterlik kalıcılaşıyor. Çünkü yarınların ne olmasına gerektiğine dair elimizde bir iddia, bir ütopya yok. Korkuyu manipüle eden otoriter eğilimler de artıyor.  Popülist liderler iktidara gelince de mahkemeyi, maliyi ve medyayı ele geçiriyorlar" dedi. 

Ağırdır, şunları kaydetti:

"Ulus devletlerin, 2000’lerden itibaren yeniden sahne aldığını ve yeniden güçlendiğini gördüğümüz bir dönem var. İnsanların önünde bir mesele var: Müthiş bir değişim dalgası var. Ama yeni bir şeyi kurma iddiası yok ya da yeninin nasıl olması gerektiğine dair bir iddia yok; tehdit algımız yüksek. İstanbullu Anadolulu’dan ürküyor; Fransız, göçmenden korkuyor. Herkes adını koyamadığı bir şeyden endişe duyuyor. Popülizm ya da otoriterlik, beynimiz pelte gibi olmuş zaten, bu korkuyu manipüle ediyor. Popülist liderler, ne yapacaklarını anlatmıyor; neye itiraz ettiklerini biliyoruz. Tehdit algısı ve itirazdan besleniyorlar. Bütün dünyada da Türkiye’de de siyasetin tıkanmış olması bunun önünü açıyor."

"Siyaset zeminiyle gerçek hayat arasındaki yarılma giderek büyüyor"

Ağırdır, siyasi aktörlerin gündemiyle, halkın gündeminin ayrı olduğunu belirterek, "asıl problemin siyası tıkanma olduğunu" söyledi. Ağırdır, şöyle konuştu:

"Bugünün merkez denen şey, önce bir varoluşsal mesele var. O da demokrasi. Bir aktörün sağda mı solda mı olduğuna bakmadan önce demokrat olup olmadığına bakıyorum. Bir arada yaşam imkanımız giderek kayboluyor; isteniyor ki çatışma çıksın, birbirimizi dövelim. Bu varken merkezi tartışamayız. Türkiye’nin bugün meselesi ortak yaşam iradesinin giderek azalıyor olması. İnsanların ülkenin geleceğiyle ruhen ve zihnen senkronizasyonunun kaybolmuş olması. Sağ ya da sol gibi geleneksel laflarla bu işi çözemeyiz gibi geliyor. Siyaset zeminiyle gerçek hayat arasındaki yarılma giderek büyüyor. Siyasetin gündemiyle gerçek hayatın gündemi birbiriyle aynı değil. Konuşmalara, demeçlere bakalım; asıl problem siyasi tıkanma."

"Kültürel kutuplaşma daha sınıfsal hale geliyor" 

Kültürel kutuplaşmanın, daha sınıfsal hale geldiğini belirten Ağırdır, şunları kaydetti:

"Muhafazakar-seküler gibi kutuplaşmalar, ekonomik kriz nedeniyle 2017'den beri değişerek geliyor ve sınıfsal gerilime dönüşüyor. Bunu önemli buluyorum, çünkü önemli sonuçlar getirir. Kürt-Türk gerilimi olumlu sonuçlar getirmez ama sendika mücadelesi olumlu ücretler sonucu getirir. 

Ülkenin geleceğinden hâlâ çok umutlu olanlardanım. Ama umudumu taşıyan şey, genel başkan değişti, o ittifak oluştu değil. Bu ülkenin hâlâ geleceği için dertlenen insanları var. Türkiye'nin hâlâ kadın hareketinin, yeşil hareketinin, gençlerinin ve STK'larının müthiş bir enerji potansiyel taşıdığını ama sokağa çıkamadıkları için göremediğinizi sanıyorum. Olumlu bir enerji patlamasının olacağını düşünüyorum."

Murat Sabuncu - Bekir Ağırdır - Bahadır Türk 

Hasan Arat: Kulüp idarecileri, dillerine dikkat etmeli 

Dördüncü sunum, BJK Kulübü Başkanı Hasan Arat'ın "Futbol Nerede Başlar, Nerede Bitmez?" başlıklı sunumuyla gerçekleşti. 

Arat, kulüp yöneticilerinin, kutuplaşmayı körüklemek adına kullandığı dile dikkat etmeleri gerektiğini belirterek, şu ifadeleri kullandı:

"'Ben şu okuldan mezun oldum, ayrıcalıklıyım' diye dolaşamazsınız. Tribünlere, taraftarlara kimse laf etmesin; kulüp yöneticilerinin ağzından çıkan laflar herkesi tahrik ediyor. Kulüp idarecilerinin ağzından çıkan laflar herkesi tahrik ediyor. Sakin duran insanları bile rahatsız ediyor. Kulüpler bu konuda dikkatli olacaklar. Başarı için her şey mübah değildir. Bu dilden, bu kişilerin vazgeçmesi lazım. Sertliğe gider ve taraftalar arasında sertlik çıkar. Camialar karşılık verir. Benim okulum var senin yok, ben şuradan mezunum, benim sponsoruluğum şöyle vs. Bunlara gerek yok. En büyük skandal sponsorluk olmuştur Türkiye'de. Konuşmak zorundasınız." 

"Beşiktaşlı, toplumsal olaylara çok duyarlı. Bu bir tutku, bu tutku evde başlıyor, sosyal hayatınızda başlıyor, arsalarda başlıyor. 

Gündemin en önemli hacmini futbol sağlıyor. Bu çok kompleks bir yapı. Bu yapıda kulüplerin içinden yetişmiş, iş dünyasından gelenlerin hırpalanmayacağı bir düzenin oluşmasında fayda var. 

Tüm kurullarda kadın üye mecburiyeti getirmiş. Türkiye'de herkes eşitlikten bahsediyor ama kadının yerinin olması gerektiği gibi kurallarının da değiştirmeye adım atmıyorlar. Biz Beşiktaş olarak devrim yaptığımızı düşünüyorum. Kadın üyenin, bir yönetim kurulunu nasıl değiştirdiğini şu an yaşıyoruz, son derece güzel bir şey. Futbol asla futbol değildir. 26 Ağustos'ta Afyon'da Kocatepe'ye çıktım, bunu yapan ilk başkan benmişim. Çocuklara İnönü'yü, Atatürk'ü, Beşiktaş'ı, milli mücadeleyi anlattım. 

Şu an takımları ayrıştırmaya çalışıyorlar. Bu çok tehlikeli bir şey. Kulüplerin yapacak çok şeyi var ve buna devam etmesi lazım. 

Türk sporuna baktığınızda medya manşete futbolu taşıyor. Ben kulüp yönetimi kadar istediğim kadar farklı alanlardaki hayallerimi söyleyeyim, manşete taşınmaz. Bir futbol transferi adı vereyim, hemen manşete taşınır. 

Spor medyasının futbol kanadını izleyince çok şaşırabilirsiniz. Medya, konvansiyonel gücünü kaybetti. Kulüpler kendi medyasını yaratmaya başlıyor. Kimi, kendi taraftarlarına mesaj vermek için yan sosyal medyasını yaratıyor. Biz, kendi taraftarımıza kendi sosyal medya hesabımızdan, internet sitemizden vermeye başladık. Ama bu değişimin sancıları çok ağır." 

"Türkiye'de her şeyden önce idarecilerin yapısının ve dilinin değişmesi lazım"

Türkiye'de futbolu siyasete bulaştırmamamız lazım. Türkiye'de laik, demokratik kulüpler önemlidir. Türkiye'de her şeyden önce idarecilerin yapısının ve dilinin değişmesi lazım. Spor basının, her türlü eleştiriyi yapmakla birlikte, dikkatli bir şekilde, insanları ahlaken incitmeden her türlü eleştiriyi yapmalarına itirazım yok ama öyle bir an geliyor ki insanları 'idarecilik yapmayın' diye korkutuyorlar.

"Hayalim, bu ülkenin refah, demokratik bir ülke olması" 

Kulüp Başkanlığı, sürekli tutunabileceğiniz bir güç olmamalı. Ayrılırken belli bir mirasınız olmalı. Benim hayalim çok güzel bir Türkiye'nin olması. Bu vatan bana çok şey verdi. Vatanım için her türlü çalışmaya devam edeceğim. Kulüp Başkanı olmak zorunda değilsiniz, giderim vakıflarımızda çalışırım, yardım işleri yaparım. Önemli bir pozisyonda olmak zorunda değilsiniz. Toplumun o kadar çok ihtiyacı var ki, kitapla uğraşırsınız, bilgisayarla uğraşırısınız... Bu ülkenin refah, demokratik bir ülke olması hayalim yıllardır devam ediyor. Ve toplumla ilişkimi bu şekilde sürdürmek istiyorum."

 Hasan Arat

Demet Lüküslü: Biz gençleri hep oluşturulması gereken bir topluluk olarak görüyoruz

"Gençliğimiz ve Geleceğimiz: Türkiye'de Kaç Gençlik Var, Gençlik Yakın Gelecekte Nasıl Bir Türkiye İnşa Edecek?" başlıklı üçüncü panelde Prof. Dr. Demet Lüküslü ve Prof. Dr. Emre Erdoğan, gazeteci Murat Sabuncu'nun moderatörlüğünde konuştu. 

"Gençlik dediğimiz o süreç, geçici de bir dönem. Hiçkimse sonsuza kadar genç olarak kalmıyor. Gençlik dediğimiz kategori bu sebeple sürekli değişiyor" ifadeleriyle sözlerine başlayan Prof. Dr. Lüküslü, şöyle devam etti: 

"Bu gençliğe bir dinamizm katarken diğer yandan kuşaklar arası düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Kendi içerisinde hem farklılıkları hem ortaklıkları barındıran bir durumdan bahsediyoruz gençlik derken.

Türkiye açısından, gençlik miti kavramına gelecek olursak, biz gençleri hep oluşturulması gereken bir topluluk olarak gördüğümüz için hep gençlik miti üzerinden konuşuyoruz. AKP'nin de bir gençlik miti olduğunu söylemek mümkün. Muhalefetin de seçim döneminde bunu yaptığını görürüz. Tabii bunların gençleri ne kadar kapsadığı tartışmalı. Gençlik mitinde düşünülen bütün siyasal atmosferi değiştirebilecek güç yerine daha çok bireysel dünyasına çekildiğini, özgüvenlerinin düştüğünü söylemek yanlış olmaz. Eski dünyanın sona ermesi ile birlikte, benim hayal ettiğim dünya yok oluyor hissiyatı çok yaygın"

Emre Erdoğan: Bizim ülkemizde güvenlik ağı yok

"İşsiz gençler arasında mutlu olduklarını söyleyenlerin oranı yüzde 28. İşsiz kalmak gençler arasında mutsuzluğun önemsiz nedenlerinden biri. Kolektif psikoloji olarak mutsuzluk ve karamsarlık söz konusu" diyen Prof. Dr. Erdoğan, şöyle devam etti: 

"Genç tanımı yapılırken dikkat etmemiz gereken kimi yerler var. Gençlik sadece bir yaş meselesi midir? Genç olmak bir türlü ilişkisellik mi? O kadar farklı kategorilerle değerlendiriyoruz. Bu da siyasal olarak tezahür ediyor. Kültürler arasında da gençlik kavramı farklılaşabiliyor. Sosyalizasyon kavramı bize diyor ki 15-25 yaş arasında dünyaya bakışınız netleşiyor. Hangi 10 yılı yaşadığınız farklılıkların esas sebeplerinden biri. Depremlerle, pandemilerle, krizlerle geçti. Güvenlik ağı olan, sosyal bir devlet olan ülkelerde çocuklar dünyaya daha özgüvenli bakabiliyor. Bizim ülkemizde güvenlik ağı yok"

"Özgürlük, eşitlik isteyen çok güçlü bir feminist hareket var"

Dünyada da feminist hareketin öne çıktığını aktaran Prof. Dr. Lüküslü, şöyle konuştu:

"Felaketlerden nasıl etkilendiğiniz ve sonrasında neler yapabildiğiniz önemli bir mesele. Yakın dönemde yayınlanan raporlar deprem bölgesinde gençlerin durumunu gözler önüne seriyor. Umut arayan gençleri bize gösteriyor. Genç ve kadın olmayı da özellikle vurguladım. İster siyasette bir aktör olsun ister afetlerden etkilensin, ayrıca incelemek gerekiyor. Özellikle Macaristan ve Polonya gibi muhafazalar toplumlarla kadınların, feminist hareketin öne çıktığını görüyoruz. Özgürlük, eşitlik isteyen çok güçlü bir feminist hareket var. Bu da gençlerde tezahür ediyor. Türkiye'de de kadınların bu taleplerini görebilmek mümkün"


Murat Sabuncu, Prof. Dr. Demet Lüküslü, Prof. Dr. Emre Erdoğan

"Türkiye 1960 ve 1980'den sonra niteliksel olmasa da niceliksel bir atılım yaptı. İlk defa yükseköğretimde kadın ve erkek oranı eşit hale geldi. Bu kadının mobilizasyonu anlamına gelir. Kadının mobilize olmasının en önemli etkilerinden birisi evin havasının değişmesi" diyen Prof. Dr. Erdoğan, "Arada bir dijital uçurum var. Toplumsal cinsiyet rollerine bakış açısında farklılıklar var... Muhafazakar ortamda yetişmiş bir kadın, annesinden çok farklı düşünebiliyor" ifadelerini kullandı. 

Gençlerin karar verme mekanizmalarından dışlanmış durumda olduğunu söyleyen Prof. Dr. Erdoğan, "Siyasette genç bir erkeğin genç bir kadına göre aday olabilme olasılığı 3 kat fazla. Her ikisinin orta yaşlı birine göre seçilebilme olasılıkları çok düşük. Bu da değişimlerin önünü kesiyor" dedi. 

Gençlerin nasıl bir dünya yaratacaklarının önemli bir soru olduğunu kaydeden Lüküslü, "Yeni nesilin yeni bir dünyaya dair inançları çok zayıf. Gençleri daha güçlü kılacak, onlara söz hakkı verecek, onları destekleyecek mekanizmalara ve politikalara ihtiyacımız var" dedi. 

"Yeni gençlerin 2050 yılında daha özgürlükçü bir dünya isteyeceğini düşünüyorum" diyen Erdoğan, "Yaptığımız tüm araştırmalar ailelere göre daha özgürlükçü oldukları görülüyor. Ama diğer yandan çok bireyciler. Dayanışmacı eğilimlerin azalma olasılığı çok yüksek. Gençler arasında bir STK arasında faaliyet gösterenlerin oranı 30 sene önce yüzde 10 idi. Bugün de bu oran hala aynı. Aradan geçen 30 senede hiçbir şey değişmemiş durumda" ifadelerini kullandı. 

Çamlıbel: İsrail'in bir NATO ülkesini vurması söz konusu olamaz

"ABD, Avrupa Seçimleri ve Türkiye: Sandıklar Nasıl Bir Dünya Kuruyor?" başlıklı dördüncü panelde gazeteci Şirin Payzın moderatörlüğünde Stanford Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu, dış politika analisti Barçın Yinanç ve gazeteci Cansu Çamlıbel konuştu. 

Prof. Dr. Yaycıoğlu, ABD seçimleriyle ilgili soruya, "Harris bir adım daha önde gibi görünüyor. Son birkaç gündür Trump'ın da yakaladığı söyleniyor. Başkan yardımcılarının münazarasında JD Vance üstündü" diye yanıt verdi. 

Orta Doğu'da yaşanan son gelişmelerle ilgili soruya yanıt veren gazeteci Çamlıbel, şunları söyledi:

"Bence zaten bir savaştayız. Geçen sene 7 Ekim'den beri, Ukrayna'dan beri... 20. yüzyılda yaşadığımız savaş konseptiyle 21. yüzyılın savaş konsepti çok başka. Her şeyden önce teknoloji çok başka. Füzelerin 10-15 dakikada bir ülkeden bir ülkeye ulaşabildiği bir aşamadayız. Bir ve ikinci dünya savaşıyla kıyaslayıp 'Üçüncü Dünya Savaşı mı çıkacak?' diye sormak yanlış. Bu savaşın tarafları hepimiziz. Özellikle 7 Ekim'den beri biz bu savaşın bir tarafı haline getirildik. 7 Ekim anmasına hedefli olarak da bir tasarlama içinde olduğunu düşünüyorum İsrail devletinin. İntikam 12 aydır alınıyor, onun zirvesini de şöyle yaptık, demek için... Türkiye savaşa mı giriyor? Ben o inandığımız gibi bir savaşa gireceğini düşünmüyorum. Türkiye bir NATO ülkesi. İsrail'in bir NATO ülkesini vurması söz konusu olamaz. İktidar partisi öyle bir dış politika tartışması yaratıyor ki Kürecik'in topladığı istihbaratı İsrail'le paylaşıyor musunuz noktasından İsrail, Türkiye'ye de girecek noktasına geldik. Bunu mânâlı bir korku olarak görmüyorum"

Barçın Yinanç: İsrail, yıllardır Lübnan'da uğradığı hezimetin intikamını almak için hazırlanıyormuş gibi 

Dış politika analisti Barçın Yinanç, "Ülkenin dış politikasını analiz ederken eskiye göre daha fazla düşünmemiz gereken şey bir iktidar attığı adımı ne ölçüde kendi iktidarını konsolide etmek için ne ölçüde ülkenin çıkarı için atıyor. Netanyahu'nun iktidarını devam ettirebilmek için el yükselttiğini düşünüyordum ama şimdilerde baktığımızda ben sanki İsrail yıllardır 2006'da Lübnan'da uğradığı hezimetin intikamı almak için hazırlanıyormuş gibi bir trend görüyorum" dedi. 

Çamlıbel, Amerikan seçimleriyle ilgili "Şu an için bütün anketlerden 1,5-2 puan kadar Harris önde gözüküyor. Ben tıpkı 2016'daki gibi bir tabloda olduğumuzu düşünüyorum. O zaman da Clinton kazanıyor görünüyordu. Nitekim 3 milyon daha fazla oy almasına rağmen seçimi Trump kazandı. Amerika'da da seçim sistemi çok tartışmalı bir konu. 3 milyondan fazla oy almış olmasına rağmen Clinton'ın kazanamamış olması Seçiciler Kurulu'nun seçimi yapmış olması. Çok kritik bir an, dönebilir. Kararsızlar hâlâ çok büyük bir kitle. Fakat Biden çekilmeden önceki senaryoda Trump 3-4 puan önde görünüyordu. O senaryodan Harris'in şu anda önde görünüyor olması Demokratlar açısından hikayeyi negatiften pozitife döndürdüğü söylenebilir. Bir siyasetçi olarak Harris'in çok etkileyici olduğunu düşünmüyorum, biraz da hak etmediği biçimde o rüzgarı arkasına aldığı bir durum. Şu anda Kamala Harris önde gözükse de Trump'ın kazanma ihtimalini daha yüksek görüyorum" ifadelerini kullandı. 

Yinanç: Seçim sonuçlarının tanınmaması, bizim gibi ülkelerde bir alan açar

"Seçimlerden kimin galip geleceğine odaklanıyoruz ama seçimin ertesi günü sonuçların kabul edilip edilmeyeceğine bakmamız gerek" diyen Yinanç, şöyle devam etti:

"6 Ocak'ı hatırlamayan bir Amerikan toplumu var. Başkalarına örnek olmak isteyen bir ülkede seçim sonuçları özellikle de yalanlar üzerinden tartışılınca bu bizim gibi seçim süreçlerine son yıllarda kuşku duymaya başlayan ülkelerde bir alan açar. O nedenle bir ertesi gün umarım ki tartışmasız ve yalansız geçer. Bizim gibi ya da bize benzer ülkelerde 'Biz de yapabiliriz' olabilir"

Demokratların da seçim sonuçlarını bu kez kabul etmeyebileceğini söyleyen Yaycıoğlu, "Her eyalette bir hukuk savaşı var. Farklı bir oy verme biçimleri var. Demokratlar da kendi gardlarını almaya çalışıyorlar. Trump'ın çok az bir farkla seçimi kazanması, Beyaz Saray Demokratların elindeyken çok basit bir geçiş olmayabilir. Her şeyin de olabildiği bir süreçteyiz" dedi. 

Ali Yaycıoğlu, Barçın Yinanç, Cansu Çamlıbel

Prof. Ali Yaycıoğlu: Amerika'da kadınlar ve erkekler yarışıyor; erkeklerin 50 bin yıllık iktidarı sarsılıyor

Sandıkların nasıl bir dünya kurduğu sorusu üzerine Yaycıoğlu, şu ifadeleri kullandı:

"2024 çok ilginç bir yıl oldu; Kuzey Kore'de bile seçim vardı. AP seçimleri, Çad, Gine, Rusya... 2024'e 'küresel seçim yılı' oldu. Dünya nüfusunun yarısından çoğu seçim yaşadı. ABD seçimleri... Tarihte herhalde en ilginç yıllardan biri olarak kayda geçecek. Bu seçimlerin sonucu ne olacak, göreceğiz. Şu anda dünyada bir model yok. İnsanlar Batı'da özellikle Soğuk Savaş'tan sonra oluşmuş siyasal sisteme tepkililer. Niye tepkili olduğunu anlayamıyoruz. Tamam, bazı yerlerde yoksulluk ve fakirlik getirdi ama siyasal elitlere ve siyasi partilere bir tepki var. Liberalizme bir tepki var. Sol da bu tepkileri karşılayamıyor ve bunun sonunca aşırı sağ, popülizm gibi sağ oluşumlar, agresif liderler öne çıkmış durumda. Bu seçimlerde bu grupların küresel bir zaferi diyemesek de dünya sağında ciddi bir hareketlenme var. Dünyaya bir şey söyleyen bunlar. Bir programla gelmiyorlar, sistemin dışından geldiklerini söyleyip sarsıyorlar. Bildik siyasi parti yapısını bir kenara itip daha farklı bir siyasi örgütlenmeye gidiyorlar. Dünyada yeni bir dönem başlamıyor, biz bu çalkantılı dönemi yaşamaya devam edeceğiz. Bu hareketlerde kadın liderler filan var ama bu hareketler erkek. Trump'ı destekleyenlerin yüzde 60'ı erkek; Amerika'da kadınlar ve erkekler yarışıyor şu anda. Erkeklerin yaklaşık 50 bin yıllık iktidarı sarsılıyor. Biraz o iktidarın sarsılmasının da etkisi var"

Çamlıbel: 15 yıldır Türkiye'ye bir Amerikan Başkanı gelmiyor

Dış politika analisti Yinanç, "Geçen sene Fransa'da okulların açıldığı tarihte abaya giyenlerin okullara alınmayacağını açıkladı. Yani Fransız eğitim sisteminin sorunu bu mudur? Gerçek sorunlara eğilmek yerine aşırı sağın kulağına hitap eden sorunları seçmek merkez sağın da işine geliyor. Böylelikle gerçek sorunlar yerine marjinal konulara eğilmek işlerine gelebiliyor. Bu konu enstrümantalize ediliyor. Almanya'da milyonlarca Türk vatandaşı yaşıyor, demokratik pusula kaybına uğradığımızı düşünüyorum. Avrupa'da demokrasi ve insan haklarının gündemden düşmesi bizim gibi ülkelerde AYM kararlarının tanınmaması yolunu açıyor. Dış politikadaki iş birliklerimiz de yüzeysel kalıyor" ifadelerini kullandı. 

Çamlıbel, Avrupa'daki kutuplaşmayla ilgili olarak "Amerika'nın içindeki kutuplaşma bu anlamda daha radikal yaşandı. Müslümanlar ve biz kutuplaşması... Ama şu anda politikanın bence öncelikli bir unsuru değil. Bence 21. yüzyılda değerler meselesinin nasıl bir dış politika unsuru olduğunu konuşmaya ihtiyacımız var. Bunu nerede konuşacaksın, BM'de mi? Bunlar misyonunu tamamladı, gerçek manada işe yaramıyor. BM Genel Sekreteri'nin 'persona nan grata' ilan edildiği bir tablo... Bu işi bence değerler üzerinden tartışmak çok anlamlı olmayabilir. En son bir Amerikan Başkanı Türkiye'ye ne zaman gelmişti, diye aklıma takılmıştı ve tarihlere baktım. En son 2009'da Obama, Türkiye'ye gelmiş... Buna neden baktım? AKP iktidara geldikten sonra Amerikan başkanlarının Türkiye'ye gelişi 5'er yıl aralıklarla sıklaşıyor. Amerika ve Türkiye birbirine başka türlü bakmaya başlıyor. İslam'la savaşan bir Batı, Amerika görüntüsünden kurtulmak için "model ortak" dönemi başlıyor. Tam orada bir hat yakalanıyorken 2012'lerden sonra Türkiye'deki otoriterleşme, Arap ayaklanmaları bu hattın kurulamayacağı görülüyor" ifadelerini kullandı. 

Talat Kırış: Beynin içinde müthiş bir iletişim ağı var

"Yapay zekânın da arkasında o var: Beynimizde neler oluyor?" başlıklı altıncı ve son sunum da Beyin ve Sinir Cerrahı Prof. Dr. Talat Kırış'ın konuşmasıyla tamamlandı. 

Kırış "Beyin tek parçadan oluşmuyor. İçinde müthiş bir iletişim ağı var. Sadece kendisi içerisinde değil diğer organlarla da bir uyum içerisinde çalışıyor. Tıp tarihi bir zaman doğru olup şimdi yanlışlanmış bilgilerle dolu. Bugün doğru gelen tedavi yöntemi ilerleyen zamanda yanlış tedavi olarak tanımlanabilir. Hayattaki en değerli yapıya müdahale ediyoruz. Bu yüzden müdahalede bulunurken dikkatli olmak gerekir"  diyerek tedavi yönlemlerinin gelişimini anlattı ve dünyadan farklı beyin ameliyatı vakalarından referanslar gösterdi. 

Kırış, "Kazanan yapay zekâ mı, beyin mi olacak?" sorusuna, "Beyin ve yapay zekâ sonunda birlikte hareket edecekler. Radyolojide yapay zekâyı kullanıyoruz. Beyninde tümör ameliyatı olan birisi yapay zekâya mı bana mı ameliyat olmak ister? Ben hayattayken bana olmak ister diye düşünüyorum" diyerek yanıt verdi. 

Tam program: Altı sunum, dört panel

T24 Yıllık Konferansı: Belirsizlikler ve Öngörüler

Moderatörler: Murat Sabuncu, Şirin Payzın

Tarih: 3 Ekim 2024 Perşembe

Mekân: Wyndham Grand Levent Hotel

Konferans akışı

08.30-09.15: Karşılama ve kayıt

09.20-09.25: Açılış | Doğan Akın

09.30-10.15: Özel Sunum | Türkiye Ekonomisi: İstikrar ve Reform Programı Konuşmacı: Mehmet Şimşek (T.C. Hazine ve Maliye Bakanı)

10.15-10.30: Kahve Arası

10.30-11.00: Başlangıç Sunumu | Batı Sonrasında Nasıl Bir Dünya, Nasıl Bir Türkiye?
Konuşmacı: Prof. Dr. Ayşe Zarakol

11.00-11.45: Birinci Panel | Küresel Krizin Eşiğinde Türkiye İçin Öngörüler: Para ve Maliye Politikalarına Bakış
Konuşmacılar: Dr. Mahfi Eğilmez, Erdoğan Sağlam, Emrah Akın

12.00-13.00: Öğle Yemeği

13.05-13.35: Üçüncü Sunum | Yapay Zekâ Dünyasında Neler Oluyor, Türkiye Nerede?
Konuşmacı: Mehmet Keteloğlu

13.40-14.25: İkinci Panel | Türkiye’nin Sağı, Solu, Merkezi: Seçim Maratonundan Sonra Siyaset Hangi Kavşakta?
Konuşmacılar: Bekir Ağırdır, Prof. Dr. Bahadır Türk, Doç. Dr. İlker Aytürk

14.30-15.00: Dördüncü Sunum | Futbol Nerede Başlar, Nerede Bitmez
Konuşmacı: Hasan Arat

15.00-15.15: Kahve Arası

15.15-16.00: Üçüncü Panel | Gençliğimiz ve Geleceğimiz: Türki- ye’de Kaç Gençlik Var, Gençlik Yakın Gelecekte Nasıl Bir Türkiye İnşa Edecek?Konuşmacılar: Prof. Dr. Demet Lüküslü, Prof. Dr. Emre Erdoğan

16.00-16.30: Beşinci Sunum | Gelecek 10 Yılda Türkiye’nin Olası Kırılganlıkları: Mega Şehirleşme, Gıda Süreçleri, Çevre, Barınma, İstihdam, Yaşlanma, Obezite, Sağlık
Konuşmacı: Akan Abdula

16.35-17.20: Dördüncü Panel | ABD, Avrupa Seçimleri ve Türkiye: Sandıklar Nasıl Bir Dünya Kuruyor?
Konuşmacılar: Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu, Barçın Yinanç, Cansu Çamlıbel

17.25-17.40: Kahve Arası

17.45-18.15: Altıncı Sunum | Yapay Zekânın Da Arkasında O Var: Beynimizde Neler Oluyor?
Konuşmacı: Prof. Dr. Talat Kırış

18.15-18.30: Kapanış