Yaşam

Koşmaya karşıydı, sonunda 256 km’lik ultra maraton koştu; Yonca Tokbaş ‘Kendini Bulma Sanatı’nı anlatıyor

"En sona kalsam da, başladığım işi bitirmiş sayıldım. Bitirmediğim, yarım bıraktığım bir iş, vazgeçtiğim bir yarışta ayıplanmadım, başarısız olmadım. Dahası biri beni sollasa ne olur. Ben onu sollayacağım diye uçurumdan düşsem, başarı bunun neresinde? Bunları fark edince, şaşkına döndüm."

Fotoğraf: Mehmet Vanlı (sağda)

14 Ağustos 2024 11:46

T24 Yaşam

Uzun yıllar parçası olduğu kurumsal hayatın ardından bugün kendini eğitmen, yazar, koşar ve arısever olarak nitelendiren Yonca Tokbaş, 'Koşmak ve Kendini Bulma Sanatı' adlı kitabıyla raflarda.

Literatür Hayat serisinden yayımlanan kitabında Tokbaş, kendini tanıma ve gerçekleştirmenin bir yolu olarak koşmanın felsefesini tartışıyor.

Oksijen Gazetesi'nden Nazlı Berivan Ak'a konuşan Yonca Tokbaş, koşarken kazandığı başarılar ve yüzleştiği başarısızlıklar, sakatlık ve iyileşmelerle önemli hayat ipuçları içeren kitabını anlattı. 

"Şu iki ağaç arasında koşsam kimse görmez” diye başlayan bir oyunu, ultra maraton koşmaya kadar vardıran, ruhu ile bedeni arasındaki mesafeyi koşarak kat etmeyi hedefleyen Yonca Tokbaş, Koşmak ve Kendini Bulma Sanatı adlı kitabında koşmanın felsefesini kendi hayat hikâyesiyle birleştirdiği belirtilen söyleşinin bir kısmı şöyle:

- Koşmak ve hayatı yaşamak arasında bir felsefe oluşturmuşsunuz; dura kalka ilerlemek, nefeslenmek, kimi zaman sollanmayı kabul etmek... Koşmak size neler öğretti? 

Azıcık rahatlayacak yer ve zaman buldum. Zamanı ve alanı bulunca insan dilediği yöne, hedefe çok daha güçlü ve hızlı gidiyor. Kendi ritmimde, saatimde ilerlemenin iyileştirici gücünü, bunun mümkün olduğunu gördüm.

Koşmak benim durma hakkımı, anda kalma hakkımı verdi bana. Koşmak metafor olsun. Yerine ne dilersen onu koy. Ormanın içinde herkes koşup giderken ben hızlı gidemeyip durmak zorunda kalınca, karıncaları izleyip ilham alacak zamanım oldu.

"Tek rakibim kendimmişim!"

En sona kalsam da, başladığım işi bitirmiş sayıldım. Bitirmediğim, yarım bıraktığım bir iş, vazgeçtiğim bir yarışta ayıplanmadım, başarısız olmadım. Dahası biri beni sollasa ne olur. Ben onu sollayacağım diye uçurumdan düşsem, başarı bunun neresinde? Bunları fark edince, şaşkına döndüm. Sonra da, bu ters köşe duygusal antrenman, giderek hayatıma yansımaya başladı. 

Başkalarının belirlediği tanımlar, hedeflere bağlı ve bağımlı olmaktansa, kendi yolumu seçebilmeye cesaretlendim. Bu seçimlerin sonuçlarına katlanmayı, dayanıklılığı öğrendim. Tek rakibim kendimmişim. Başkalarına bakarak kendimi değerlendirirsem iyileşemiyor, gelişemiyormuşum.

Benim nabzım, oksijen seviyem, kas hafızam ve genetik yapıma uygun çalışırsam iyileşme mümkün ve gözle görülür bilimsel bir gerçek. Bırak başkası beni sollasın. Onun bitiş noktası ayrı, benimki ayrı. Benim biricikliğim nedir, koşarak anladım. “Hani maskeyi önce kendimize sonra başkasına” diyoruz ya, doğada koşmak bana bu dersi uygulamalı anlattı. Her şeyin bazılarının sandığı gibi sonuçlanmayabileceğini koşarak öğrendim.

- Koşmak ve Kendini Bulma Sanatı’nın fikri fikri nasıl doğdu? Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Hayatımın çok sevdiğim bir döneminin kaydını tutup, bir “miras” bırakma tutkumdan. Anı kitaplarını, gerçek hayat ve yol hikayelerini çok sevdiğimden. Anı kitapları bir dönemi, insanlarını, yaşanılanları öyle güzel anlatır ki, ben de tüm duygularımı, hüsranlarımı, dertlerime kendimce bulduğum çözüm yollarını, “yok artık bunu da yaptım!” diye çok güldüğüm şapşallıklarımı olduğu gibi yazmak istedim.

Koşarken yaşadıklarımı ve yaptıklarımı unutmak istemiyorum. Kitabımı elime alıp başka bir yazarın kitabıymış gibi okumak fikri hoşuma gitti. Üstelik ben koşmaya karşıydım. Sanırım, en çok kendime karşıydım. Başkalarından yana, kendime karşı. Ne oldu da birden koşmaya başladım ve koştukça koştum yazıp anlamak istedim. Koştukça yüzüm gözüm bedenim ruh halim, işlerim, ailemle ilişkilerim değişmeye başladı.

Bana ne olduğunun muhasebesini açık ve mert yazmak iyi olur diye yazdım. Yazarken çok güldüm, çok ağladım. Okurken de çok gülüp çok ağlıyorum. Büyük rahatlama. Bu kitabı kesin yazma kararımı ise, 2016’da, Likya Yolu Ultra Maratonu’nun 256 km’lik yarışına başlamadan önceki gece verdim. Ne olursa olsun, her şeyi olduğu gibi yazacağım dedim.

Kitap yazmak, 8 yıl süren, çok etaplı bir tür ultra maratona döndü. Editörüm Mesut Varlık lafı hiç uzatmadan kitabımın, pıt diye özüne dönmesi gerektiğine dair noktayı koyunca, kitap bitişe koşar adım geldi ve dört ayda hop bitti. Kitabıma gelen yorumlarla bayılıyorum. Bir ay oldu ve biz 2. baskıya gidiyoruz bile! Ben duruyorum kitabım koşuyor.

Bir de, ülkemde insanların, olağanüstü işler yaptığını belgelemek istedim. Türkiye’de eşsiz rotalarda benzersiz organizasyonlar yapıyor. Dışarıya gitmeden önce, kendi yollarımızı keşfe çıkmayı özendirmek istedim. Yurt dışında onca maraton ve yarış koştum, bizde olan sorun her yerde var, her yerde olan güç ve cesaret bizde de var.

Sadece spor için de geçerli değil bu söylediklerim. Kitabım bunları anlatan bir kaynak aynı zamanda. Çince, Japonca, İngilizce, Fransızca, Almanca basıldığında, ülkeme geri dönüşü çok yönlü olacak. Bunları hayal ederek, düşünerek yazdım. Literatür Hayat’la böyle bir ortak amaçla rengârenk bir yolculuğa -ultra maratona- çıktık.

- Yakın zamanda ayağını kırmış ve henüz yeni iyileşmiş biri olarak özellikle yaşadığınız sakatlık ve devamındaki cesaretiniz beni çok etkiledi. Koşmak, düştüğümüz yerden kalkarken bize neler öğretiyor? 

İnsanın ayağı kırıldı mı kanatları da kırılıverir. Ben ayağım kırıldığında doktorun dediklerini yapmak istedimse de yapamadım. Çevremdekilerin bana neyin iyi geleceğine dair başka fikirleri vardı. Elim kolum bağlı olunca kendimi dinleyemedim. Sakatlığım beter oldu. Çok kızgındım. Ben cesaretten değil, öfkemden bu sesleri duyamayacağım yere koşarak kaçtım. İnsan kırılınca düşünecek zamanı oluyor. İçgüdülerine dönüş şansı oluyor.  Otur-Gözle-Uyu. Ye- Dua Et-Sev gibi oldu. Uyanma reçetesi gibi.

Herkes düşebilir. Hiçbirimiz ayrıcalıklı değiliz. Hepimiz biriz. Koşmak bana her şeyin hem sıradan, hem de bir o kadar olağanüstü olduğunu gösterdi...  Kalkamamak, kalkmak istememek de bir hak. Koşmak, düşünce ayağa kalkamayabileceğimi veya ancak ben hazır olunca kalkacağımı ve bunun da insanca bir şey olduğunu öğretti. Kalkmak için zamanım var, demeyi öğretti…




"
"