Dünya

İranlı protestocular anlatıyor: İdam, işkence, gerçek mermilerle müdahale…

19 Aralık 2022 15:10

İran İslam Cumhuriyeti’nde Mahsa Jîna Amini’nin ahlak polisleri tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolar üçüncü ayına girdi. Protestoların başladığı ilk günlerde yaşananları “sokak taşkınlığı” olarak tanımlayan ve kısa süre içerisinde kontrol altına alabileceğini düşünen molla rejimi, geçen sürede baskıyı ağırlaştırdı. Bugün üçüncü ayını geride bırakmış olan protestolar, İran’ın büyük kentleri dahil tüm kırsal kesime kadar yayılmış ve artık molla rejimini devirmek umuduna evirilmiş durumda. Rejim, bu duruma, idam cezalarıyla karşılık vermeye çalışıyor. İran’da protestolara katılan Zahidanlı bir Belluç olan Abdur N., idamlara rağmen umutlu, “Devrimin neşeli davulları ülkemizin sokaklarında duyulduğunda, kederli evlerimiz mutluluğun tadını bir kez daha hissedecek.” dedi.

İran’da yaşanan ve bugünlerde üçüncü ayına girecek olan protestolar bütün dünyanın gündeminde. Ancak çok parçalı İran’da ne olup bittiğini anlamak kolay değil. Bunun için bu parçalı yapıyı göz önünde bulundurarak, Bellucların yaşadığı Bellucistan’a bağlı Zahidan kentinden, Kürtlerin yaşadığı Kürdistan eyaletine bağlı Kamiyaran şehrinden ve Arapların protestolara katıldığı Hamedan kentinden protestocularla yaşananları konuştuk. Başkent Tahran’da yaşayan ve protestoları yakından takip eden gazeteci Meryam M.’ye de idam cezaları ve işkence iddialarını sorduk.  İdam cezaları gündemdeyken elbette görüştüğümüz kişilerin gerçek isimlerini vermek tehlike yaratabilir. Bu nedenle gazeteci dahil görüştüğümüz tüm isimleri, sahte isimlerle değiştirdik.

İran’daki protestoların hedefinde olan ruhani liderlik makamı 1979 yılından bu yana dini lider olan Ayetullah Humeyni tarafından üretilen Velayet-i Fakih felsefesine dayanıyor. Bu sisteme göre insan denen olgu doğuştan eksik doğar ve vaat edilen cennete kavuşması için bir İmam’ın yönlendirmesine ihtiyaç duyar. Şii inanışına göre belirlenen bu ruhani lider, Oniki imamın yerine Hz. Mehdi yeryüzüne inene dek vekalet eder ve son peygamberin emirlerini uygular. Bunun için bir İslam devletinin olması elzemdir ve hukuk sistemi de şeriata uygun olmalıdır. Çünkü modern hukuk denilen şey İngiltere ve Fransa gibi İslam düşmanlarının İslam’ı ele geçirmek için dayattıkları bir modeldir. Buna göre Velayet-i Fakih olan kişi hem devletin tüm ideolojik ve zor aygıtlarının başına geçer hem de ulemanın lideri pozisyonuna gelir. Sistemin ilk başkanı aynı zamanda bu sistemin mucidi olan Ruhullah Humeyni’dir. Humeyni’nin 1989 yılındaki ölümünden sonra hem ulemanın hem de devletin başına Ali Hamaney'i geçti ve hâlâ görevinin başında.

İran’da devam eden protestolar, ruhani lider Hamaneyi şahsında temelde bu sisteme itiraz ediyor ve ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganlarıyla başlayan protestolar ‘bizi zorla götürmek istediğiniz cennetinizi istemiyoruz’ sloganlarıyla büyüyor.

“Geçen yıllarda binlerce insan öldürüldü”

İran’da işkence iddiaları ve idam cezalarının infazı da protestoları alevlendirdi. Tahran’da yaşayan gazeteci Meryam Muhammedi, bu konudaki sorularıma şu yanıtları verdi:

-İran hükümeti idam cezaları vermeye ve bu cezaları çok hızlı bir şekilde infaz etmeye başladı. Protestocular açısından infazlar ne anlama geliyor?

İslam Cumhuriyeti infaz etmeyi her zaman gözdağı ve baskı için bir araç olarak kullanmıştır. Bu şekilde mağdurun ya da mağdurların canına kıyarak kamuoyuna şöyle bir mesaj vermiş oluyor: Öldürüyoruz, çünkü bunu yapabiliyoruz ve kimse de itiraz edemiyor. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti resmi rakamlarına göre 1978'den 2020'ye kadar 44 bin 600 kişi asılma, suikast, sokak gösterilerinde öldürülme ve hapishanelerde işkence gibi yöntemlerle çoktan öldürüldü bile.

-Hızlandırılmış infazlar hükümet için ne anlama geliyor?

İran'da ülke çapındaki son protestolarda gözaltına alınanlardan ikisinin derhal infaz edilmesi ve İran yargısının en az 23 tutukluya daha ölüm cezası vermesi, İran'da yasal kurumların ve hukukun işleyişinin tamamen çöktüğünü gösteriyor. Mesele şu ki, yargı sistemindeki mevcut hukuksuzluk, uzun süredir anladığımızın da ötesinde. Bu süreç artık usul kurallarına uymamanın ötesine geçerek vatandaşların temel haklarının, anayasa ve ceza kanunlarının temel ilkelerinin ciddi şekilde ihlal edilmesine vardı. Sonuç olarak siyasi protestoculara ömür boyu hapis cezası veren suçlamalar artıyor ve onları aynı suçlamalarla infaz ediyor. Yani uygulamanın temel mottosu, muhaliflerin ve protestocuların yargı yoluyla resmen öldürülmesidir.

-Gözaltına alındıktan sonra protestocular nasıl bir uygulamayla karşı karşıya?

Hâlâ birçok kişinin zihninde çıkmaz sokak olarak kalan olgulardan biri de işkencedir. İnsan eliyle yaratılan ve ona karşı kullanılan bir olgu.

Genellikle bir mahkûm, tutuklanmasına yol açan süreçte aşağılamaya, kaba ve müstehcen sözlerin eşlik ettiği aşağılamalara maruz kalıyor. Çoğunlukla kız kardeşler, anneler gibi kadın akrabalara ve mahkum evliyse eşine yönelik oluyor bu sözler.

Normal bir suçtan tutuklanmanız ile bilinen bir grup veya örgütün üyesi olarak tutuklanmanız arasında fark var. Çünkü şüpheli olarak sorgulanırsanız size uygulanan işkence, siyasi bir tutukluya uygulanan işkenceden görece daha hafiftir. Ama tanınmış bir kişi olarak tutuklanırsanız, özellikle zaman ve fırsat nedeniyle işkence en başından çok ağır olacaktır. Çünkü sizin bağlı bulunduğunuz grubun kurallarına göre yirmi dört saatten fazla yokluğunuz arkadaşlarınız için alarm olup onları uyarabilir. Bu ilke doğrultusunda ilk yirmi dört saat içerisinde size en fazla baskı ve işkence uygulanarak, sizden bilgi alınıp bir an önce daha fazla kişinin tutuklanması sağlanması amaçlanır.

-Bilinen ve yaygın olan işkence türleri nelerdir?

Her şeyden önce, en yaygın işkence, neredeyse tüm cezaevlerinde çeşitli şekillerde uygulanan kırbaçlamadır. Kırbaç genellikle vücudun diğer bölgelerinden daha çok ayak tabanlarında çalınır. Elbette türü, işkencecinin uzmanlığına bağlıdır. Kablo kamçı birlikte dokunur veya deri şeritler birlikte dokunur veya kauçuk şeritler birlikte dokunur; ki bu aynı zamanda en acı verici olanıdır. Genellikle bu işkence ayak tabanında ve ayak çevresinde bilekten aşağı doğru sağlıklı yer kalmayana kadar devam eder. Bu durumda bu bölgelerin eti ve dokusu tamamen yok olacaktır. Bu aşamadan sonra işkenceci ayak parmakları arasında oynanan daha ince kırbaçlar kullanır. Bu işlem tırnaklar düşene kadar devam eder. Bu şekilde bir mahkûmu mide tarafından bir sütuna bağlarlar veya bir bankta yüz üstü yatırıp sırtına vururlar. Bu iş genellikle ince kablolarla yapılır, bazen kablonun çarpma kuvvetiyle vücuda batar ve kanla dışarı çıkar.

-Şu an İran’da devam eden protestoculara uygulanan işkence yöntemleri de kırbaçlama mıdır?

Son zamanlarda tutuklu öğrencilere uygulanan bu işkencenin daha yeni yöntemi, tutukluyu tavana asıp kırbaçlamaktır. Kırbaçlamadan önce uygulanan bir diğer işkence şekli ise dayaktır. Bu durumda işkenceci ellerini ve ayaklarını yumruk veya tekme şeklinde alet olarak kullanır. Ancak bu tür işkencede mahkûmun durumu değişir. Bazen gözleri, elleri ve ayakları bir sandalyeye bağlı, bazen de beline kadar su ve buz dolu bir varilin içinde saatlerce bağlı olarak, ikinci durumda işkenceciler kablo yerine geniş bir deri kırbaç kullanırlar.

-İran anayasasına göre hangi suçlar idam cezası kapsamındadır?

İdam cezası, İslam Anayasasına göre İran'da uygulanan cezalardan biridir. İdam cezasının kabul edildiği suçlamalar arasında cinayet, tecavüz, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu kaçakçılığı, silahlı soygun, adam kaçırma, terörizm, ensest ile cinsel ilişki, zina, gayrimeşru seks, talan ve eşcinsel ilişkiler ile İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye teşebbüs, siyasi itaatsizlik, vandalizm, kundakçılık, isyan, irtidat, küfür, gasp, kalpazanlık, kaçakçılık, istifçilik, üretimi aksatma, alkol tüketme ve buna ortam hazırlama, ölüme yol açabilecek içecekler üretme ve dağıtma, kozmetikler veya cinsel sağlık ürünleri, pornografik eserler üretmek ve dağıtmak, pornoyu cinsel ayartma için kullanmak, masum bir kişinin infazına yol açacak şekilde başkalarını haksız yere zina yapmakla suçlamak, tekrarlanan hırsızlık, bazı askeri suçlar; örneğin savaş mahallinden kaçmak veya düşmanla işbirliği yapmak gibi tüm suçlar, Allah'a, Allah'ın Resulü'ne ve İslam devletine karşı savaş, yeryüzündeki bozguncu ve casus gibi ithamlarla sıfatlandırılarak idam edilir.

-İran hükümetinin Mahsa Jina Amini’nin de öldürülmesinden sorumlu tutulan sokak devriyelerini( İrşad devriyeleri) lağvettiği iddia edildi. Gerçekten rejim geri adım attı mı? İran’daki son durum nedir?

Ana yönetim stratejisi, memnuniyet üretmek değil, memnuniyetsizliği kontrol etmek olan askeri iktidarın, Gestht Ershad (İrşad Devriyeleri) kapatma söylemi taktikseldir. Ancak ulusal ayaklanma karşısında da bu ülkenin Başsavcısının açık bir geri çekilmesidir.

Diğer bir deyişle, Velayet-i Fakih'in diktatör sisteminin İrşad devriyesinin kapatıldığını kabul etmesine ve ardından diğer küçük ve büyük yetkililerin bu konuda çelişkili ve aceleci sözlerle yorum yapmasına neden olan faktörler dikkatlice incelenmelidir. İslam Cumhuriyeti'nin güvenlik doktrininin "Domino" teorisine dayalı olarak oluşturulduğu unutulmamalıdır. Bu, hükümetin halkın taleplerine, özellikle toplumsal protestolar sırasında ortaya çıkan taleplere asla boyun eğmemesi gerektiği anlamına gelir, çünkü bu teoriye göre, ilk talebin kabul edilmesi, sonu gelmeyen "geri çekilme" sürecinin başlangıcı olabilir ve nihayetinde protesto dalgalarının güçlenmesi ile rejimin devrilmesi anlamına gelir.

Yine de İrşad devriyesinin dağıtılması iddiası çok fazla "abartılmamalı" ve bu eşsiz bir başarı olarak görülmemeli. Böyle bir eylemin önemi, İslam Cumhuriyeti'nin güvenliğine ve siyasi otoritelerin domino teorisine olan inancına rağmen, iç ve dış koşulların onları ülke çapındaki protestolara karşı taktiksel olarak geri çekilmeye "zorlaması" gerçeğinde yatmaktadır.

-Kadın ayaklanması olarak başlayan protestolar ülkenin farklı tüm etnik unsurlarının bir araya gelmesiyle birlikte rejimin lağvedilmesi arzusuna evirilmiş durumda. Süreç nasıl devam eder ve rejim yasakçı tedbirlerini artırır mı?

Toplumsal, siyasal baskılar ve medya baskısı, tutuklu protestocuların infazını engellemeye odaklanmalıdır. İran İslam Cumhuriyeti, İrşad devriyesinin kapatılmasını bir geri adım ilan edip, iki adım ileri giderek protestocuları idam etmeye çalışıyor.

Bir baskı kurumunun kapatılacağının duyurulması, halkın asgari taleplerini kabul etmeye alışmamış olan Fakih'in mutlakiyetçi velayeti için çok acı vericiydi ve hiç şüphesiz böyle bir kararı telafi edecek önlemler alacak ve intikam alacaktır. Böylece infazı, halkı ve protestocuları yıldırma ve terörize etme aracına dönüştüren Velayet el-Fakih rejimi, bu aracı kullanarak benzeri görülmemiş protestoları kontrol altına almaya çalışıyor, çalışacaktır. Ülke çapındaki mevcut ayaklanma, kısa ömrüne ve yaklaşık 500 ölüme ve binlerce tutuklamaya rağmen çok şey başardı. Sokağın dini diktatörlük rejiminden geri alınması, grev ve protestoların birleşimi, İranlıların kurulu rejime karşı benzeri görülmemiş bir yakınlaşma ve dayanışması ile kapsamlı uluslararası iş birliği, mevcut ayaklanmanın en önemli başarıları arasında yer alıyor. Protestocuların infazını engellemeye yönelik baskı, Velayet el-Fakih rejimini en önemli baskı aracından arındıracak ve İran halkına ülke genelinde kalan birkaç sokağı fethetmek için ekstra cesaret verecek bir dönüm noktası olacaktır.

“Dış güçlerin oyunu”

İran rejimi, protestoların başladığı ilk günlerde, Mahsa Jîna Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmediğini öne sürdü ve toplumsal tepkiyi ‘dış güçlerin’ bir oyunu olarak niteleyerek herkesin evine dönmesi gerektiği çağrısında bulundu. Ancak yapılan bu açıklama inandırıcı bulunmadı ve protestolar ivme kazandı.

Protestoların yoğun olarak devam ettiği Kamiyaran şehrinde yaşayan bir protestocu olan Osman Ahmed, halkın rejimden nefret ettiğini söyledi ve bu nefretin ‘Sepe Bank’ adlı devlet bankasını ateşe vermeye kadar büyüdüğünü anlattı.

Ahmed’in anlattığına göre, bankanın ateşe verilmesinin ardından da rejim güçleri protestoları bastırmak için dozu arttırdı. Dozun artmasıyla birlikte protestolar sırasından yaralanan insanlar tutuklanma korkusuyla tedavi olmak için hastanelere gitmemeyi ve tedavilerini kendi evlerinde olmayı tercih etti.

Ahmed, bu durumu rejim güçlerinin de bildiğini söyleyerek, şöyle devam etti:

Geçtiğimiz 80 gün boyunca devam eden protestolarda birçok protestocu öldürüldü ve yaralandı. Yaralananlar, güvenlik güçleri tarafından tutuklanma korkusuyla hastanelere götürülmedi ve evlerinde tedavi edildi. Hükümet de bunu bildiği için mahallerde tek tek insanların evlerini aramaya başladı. Bu ev baskınlarında yakalanan protestocular önce İstihbarat Bakanlığına bağlı gizli evlere götürülerek işkenceye tabi tutuldu daha sonra İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne götürülerek resmi ifadeleri alındı. Altını çizmek istiyorum, bu uygulama hala tüm hızıyla Kamiyaran sokaklarında devam ediyor.”

"Yeminden sonra bırakılıyorlar"

Gözaltına alınanların çoğunun akıbetiyle ilgili henüz net bilgiler yok ama belli zaman aralıklarıyla az da olsa bazı protestocular serbest bırakılıyor. Serbest bırakılan protestocuların anlattıklarından öğrendiklerini anlatan Osman Ahmed; “Burada yani Kamiyaran’da tutuklanan birçok insan var. Çoğunun akıbetinin ne olduğunu bilmiyoruz ama zaman zaman gözaltına alınanlardan bırakılanlar oluyor. Bırakılanlar genellikle kefaletle serbest bırakılıyor ama önemli bir çoğunluğu Kur’an’a el bastırılarak bir daha protestolara katılmayacağının sözünü verdikten sonra bırakılıyor” dedi.

Kamiyaran kenti de protestoların yoğun devam ettiği diğer şehirler gibi yoğun güvenlik önlemleri altında. Ahmed, bu durumu şöyle anlatıyor:

“Şehrimiz o kadar büyük bir askeri yönetim altında ki üç kişiden fazla bir araya gelmemize bile izin verilmiyor ve üç kişinin bu şekilde bir araya gelmesi tutuklanmalara neden oluyor. Olası bir toplanmayı bastırmak için İran'ın farklı şehirlerinden çok sayıda kuvvet Kamiyaran şehrine getirilmiş durumda.”

Sonbahar yaprakları gibi düşen insanlar…

Protestolar birçok kentte devam ediyor. Kamiyaran’da silahlı müdahalenin olduğu günlerde Bellucistan’ın Zahidan kentinde de benzer bir müdahale gerçekleşti. Yaşananları protestocuların arasında olan Abdullah Nesitar şöyle anlattı:

“İnsanlar aşırı sinirliydi ama bu süre zarfında öfkelerini pratik bir şekilde ifade etmemişlerdi. Cuma namazından sonra miting yapılıp sloganlar atılacağı kimsenin aklına gelmezdi. Namaz bitince dışarı çıktık, çoğunluğu gençlerden oluşan bazı kişiler, cuma namazı kılınan caminin yanındaki karakolun önünde toplandı ve çok geçmeden bazı kişiler etrafa ateş açtı. Protestocular taş atmaya başladı. Ondan sonra, kalabalığa yağmur gibi ateşlenen bir kurşun yağmuru oldu. Camiden çıkıp evlerine dönenlere, karakolun önünde toplananlara ve camide namaz kılan veya namaz kılmayanlara hedef gözetmeksizin ateş açıldı. Bu arada nereye bakarsanız bakın, o bölgenin her tarafında sadece sonbahar yaprakları gibi yere düşen insanlar vardı. O sahneyi hayal etmek gerçekten çok zor. Kan ve barut kokusu birbirine karışmıştı ve insanın içine tuhaf bir his doğuyordu.”

Bellucistanlılar, İran’ın resmi dini ideolojisi olan Şii inanışının aksine Sünni inanışını benimsiyor ve bu farkın kendilerine yönelik büyük bir nefretin kaynağı olduğunu düşünüyor. Abdullah Nesitar, bu konuda şunları söyledi:

“Bazıları bizi başka yerlerdeki soydaşlarımız korksunlar ve protesto etmesinler diye öldürdüklerini söylüyor ama gerçek şu ki biz sistematik bir nefretin kurbanlarıyız. Özellikle son yıllarda hükümet yetkilileri tarafından biz Bellucilere ve Sünnilere karşı yapılan nefret söylemi bizimle uğraşmak isteyenler için çifte motivasyon sebebi oldu ve bizim mağlup etmek bir ödül olarak kabul görüyor.

"Binlerce kişi tutuklanmaktan korkuyor"

O ilk saldırı günü tüm zorluklarıyla ve tüm kanlılığıyla bitti. Ama biz bununla bitmedik, rejim nefreti bitmedi, halkın öfkesi bitmedi. Şimdi Zahidan şehri şehitleri için yas tutuyor. Yüzlerce kişi gözaltında. Binlerce insan tutuklanma korkusuyla sosyal hayata bile dahil olamıyor. Halkımızın her birinin kalbinde kana susamışlık ve intikam duygusu kabarıyor. Rejimin devrilmesinden başka hiçbir şeyin kalbimizdeki ateşi söndüreceğini düşünmüyorum. Yüreğimizdeki bu öfke, tiksinti ve nefret ancak hükümet düştüğünde diner.”

"Sloganımız rejimi devirmek"

Arapların çoğunlukta yaşadığı Ahvaz kentinde de yapılan sert müdahaleler sonrası birçok sivilin hayatını kaybettiği belirtildi.

En başından beri kadınların öncülüğünde devam eden protestolar, öğrencilerin katılımıyla yeni bir seviye kazandı. Öğrencilerin protestolara getirdiği bu yeni boyutu anlamak için Ahvaz’da yaşayan ve lise 3. sınıf öğrencisi olan Ali Baas’a yaşadıklarını sordum. Ali, şunları söyledi:

“Geçtiğimiz günlerde, İslam Cumhuriyeti diktatörü Khamenei’nin (Hamaney) çocukları öldüren hükümetine karşı başlatılan protestolara katılanlardan biriyim. Ben ve mahallemizden birkaç çocuk, geçtiğimiz günlerde İranlıların protestolarına destek olmak için Ahvaz halkına sokağa çıkmaları ve grevlere katılmaları için bildiriler şeklinde grev ve protesto çağrılarını dağıtmak için bir grup kurduk. ‘Sloganımız İslam Rejimini Devirmekti’. Son yıllardaki protestolarda alıştığımız şey, Ali Hamaney'in baskıcı güçlerinin Ahvaz'ın Arap halkına acımasızca karşı koymasıydı ama bu kez Diktatör Hamaney güçlerinin diğer İran şehirlerine paralel olarak Arap, Beluci ve Kürt halklarının karşısına farklı şekillerde çıktığını kendi gözlerimle gördüm. Bu güçler doğrudan üzerimize savaş mermileri atıyorlardı. Zeytun bölgesindeki protestolarda katıldığım bir çalışmada belki 10 metre mesafeden üzerimize ateş açıldı. Bu yozlaşmış ve kana susamış rejimden bir an önce kurtulmamız için tüm İran halkının giderek daha fazla sokaklara ve grevlere katılması çağrısını yapmaya ve çalışmaya devam edeceğim’ dedi."