T24 Kültür Sanat
K24 editörleri ve yazarları tarafından seçilen haftanın beş kitabı; Arthur Rimbaud'nun 'Kâhinin Mektupları', Philippe Soupault'nun 'Görünmeyen Yönleriyle', Amin Maalouf'un 'Empedokles'in Dostları', 21 yazarın öykü derlemesi 'İlk' ve Peter Altenberg'in 'Ruhun Telgrafları'na yakından bakın:
1- Gönüllerin çoksatarı: 'Kâhinin Mektupları'
Ömer Altan'ın yorumu: …Süregelir ters yöne gidiş. Varolmak neymiş, ölmek dahi tatmin etmez böyle asi mizacı. "Mizaç mı?" deyip küçümseyecektir beni Rimbaud, elbette ciddiye alırsa, mühim değil, çürümüşlüğe alışan biri önemsemez hicvedilişi. O, "çılgın öfkelere" koşarken bizler onun nefret objeleri olmaya uyanırız her sabah. Şair için malzemedir tiksindiği rutinlerimiz ve iftiharın somu burada yatar.
Şair memnuniyetsizdir dense tanımlama hafif kalır. Böyle söylemeyi severiz yine de. Şairi nitelemelerle tehlikesinden arındırmaya çalışırız. Aksi takdirde bedenlenen yıkıcı kuvvete dayanacak tek duvar bile inşa edememişliğimizle yüzleşmek zorunda kalacağımızın farkındayız.
Rimbaud romantikleri reddetmeye götürür itirazlarını fakat biz okurlar dostla düşmanı aynı kümede eritmenin kaçak yollarını bulmuşuzdur. Dingin güzelliğe duyduğu tutkunun harareti Keats'i kâhin yapmaya elvermez mi? Cevap ne olursa olsun, on yedi yaşındaki gencin iki mektubu kayda düşülmüş imgelem tarihini dalgalanmalarla kat etmeye yetmiştir.
Daha fazlası için TIKLAYIN
2- Dada Çerkeş'te, Philippe Soupalt Ankara'da: 'Görünmeyen Yönleriyle'
Milât Özçelik'in yorumu:
…Apollinaire'in yanı sıra René Crevel, Marcel Proust, James Joyce, Georges Bernaros, Pierre Reverdy, Blaise Cendrars gibi şair ve yazarlara dair tanıklığını 'görünmeyen yönleriyle' anlatıyor Soupault. Bu isimler içinde yalnızca René Crevel'in henüz Türkçede bir kitabı yok. Geri kalanlara aşinayız. Kitap, savaş sonrası kuşağın kendilerine rehber edindiği Rimbaud ve Lautréamont bağlamında 'yeniden keşfedilen' Baudelaire'e dair nispeten uzun bir yazı ve Baudelaire'in aksine çağdaşı olduğu halde tanışamamanın pişmanlığını taşıdığı 'Gümrükçü' Henri Rousseau hakkındaki olağanüstü 'savunusu' ile ilerliyor. Son yazı ise kendisini Dada'nın hikâyesini dinlemek için ziyaret eden dört gençle yaptığı –Tzara, Breton ve Aragon üzerinden yürüyen– neredeyse düşsel anlatı. "Ayak İzlerinin Peşinde" başlıklı bu yazı Dada ve Gerçeküstücülük üzerine şimdiye değin okuduğum en güzel hikâyeydi – üstelik birinci ağızdan!
Soupault'nun aktardıklarından birkaçına kısaca da olsa değinmek istiyorum. Kitapta beni en çok çarpan anlatı Proust hakkındaydı. Gerek kullandığı üslup gerek Proust tanıklığı çok etkileyiciydi. 4 sayfalık bir 'açık yapıt' gibiydi.
Daha fazlası için TIKLAYIN
3- Küçük bir adadaki distopik dünya: 'Empedokles'in Dostları'
Reyhan Saygın'ın yorumu:
…Atlas Okyanusu kıyısındaki küçük Antioche adasında kendi dünyalarını kuran Alec ve Eve'in yaşamları çoğu okuyucunun imrendiği bir gün bir kıyıda yaşamak rüyasını hatırlatıyor. Medeniyetten uzak, seçilmiş yalnızlık sınırlarının sorgulanmadan ve saygıyla kabul edildiği, tek kişilik yaşamların sade kurgusu, okuyucuyu derin maviliklerin kıyılarına götürüyor.
Hep bir terslik olabileceği kaygısına alışkın günümüz insanın şaşırmayacağı şekilde bir gün, ansızın elektriğin, telefonun, televizyon yayınının ve internetin kesilmesiyle adada tehditkâr günlerin başlayacağını anlıyoruz. Ardından özendiğimiz o sınırlar hızlıca kalkıyor ve çağdaş insanın iyilik-kötülük ikileminin tam ortasındaki sınavı başlıyor. İktidarın, her ne pahasına olursa olsun kaybetmemek uğruna toplumun dini değerlerini sömürme çırpınışları, günümüz gerçeğini en çıplak haliyle gözler önüne seriyor.
"Dünya tarihinin tüm destesi karıldı ve kartlar zorunlu olarak yeniden dağıtılacak. Ama vasilerimizin aramızda kalma veya çekip gitme tercihlerinden hangisini seçeceklerine göre, kartların yeniden dağıtılma biçimi de değişecek."
Daha fazlası için TIKLAYIN
4- Radyasyon fırtınaları aşkına: 'İlk'
Ömer Altan'ın yorumu:
…Kapak görselinin yükselttiği beklentiyle kitaba dalan okuru tür edebiyatının yaygınlaşması için uzun zamandır emek veren Bülent Somay karşılıyor. Sunuş yazısını K24'ün Tadımlık bölümünde okuyabileceğiniz Somay memleket bilimkurgusundaki kısırlığın geride kaldığından bahsedip kitabı oluşturan öyküler için "Hiçbiri 'kısa öykü' türünün kestirmesine sapmıyor, bir 'ilginç fikir' + bir 'şaşırtmaca' = kısa öykü şablonuna sığınmıyor." diyor.
Evet, sunulan öykülerde emektar ismin kestirme dediği yönteme başvuran yazar sayısı az ama bu her zaman okuma keyfini yükseltmiyor. Dahası "bir ilginç fikir + bir şaşırtmaca" yaklaşımının kullanıldığı öykülerin fazla taramalarla bozulduğu durumlar da göze çarpmakta. Tam bu noktada hikâyeleme ustalarından Julio Cortazar'ın aktardığı satırları hatırlamak elverişli olabilir:
"Boksu çok seven Arjantinli bir yazar, bir keresinde bana şöyle demişti: Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir."
Daha fazlası için TIKLAYIN
5- Cafe Central'den gelen telgraf: 'Ruhun Telgrafları'
Yalın Sürez'in yorumu:
…Altenberg'in sıra dışı bir yazar olduğunu söylemek gereksiz. Viyana kültür çevresinin aykırı isimlerinden biriydi o. Arthur Schnitzler, Hermann Bahr, Karl Kraus gibi dönemin ünlü entelektüelleriyle birlikte Herren Sokağı'ndaki Cafe Central'in müdavimlerindendi. Yazınsal yaşamı burada, biraz da talihin yardımı ve arkadaşlarının dokunuşuyla başladı. Özdeyişler, anlık izlenimler yazarak... Radikal görüşleri, kente ve insana yaklaşımıyla modernizmin öncü ışıklarını yakmıştı. Stefan Zweig'ın deyişiyle, "Her türlü heyecanı içine çekebilen bir büyük kent edebiyatçısı. Lirik bir şair, filozof ve öykücü…"
Peter Altenberg'in 'Ruhun Telgrafları' (çev. Ahmet Arpad, Everest Yayınları, 2020) adlı kitabı, izlenimci bir yazarın doğayı, varlıkları ve insanı nasıl incelikle kavrayıp anlatabildiğini gösteren, sıra dışı bir yapıt. "İnsan ruhunun yükselen gizemli anlarını" kayda geçiren bu kısa metinleri okurken Viyana'nın kendine özgü ahengini yansıtan sokak müzisyenlerini dinliyor gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Yalnız kısalıkları değil, içeriği ve ruhuyla da bir telgrafçıyı düşündürüyor okuduklarımız. Altenberg'in iyi bir Baudelaireperest olduğundan, 'Kötülük Çiçekleri'ni bolca kokladığından kuşku yok. Paris Sıkıntısı adım başı seziliyor metinlerinden. Ustasının açtığı yolda coşkuyla yürürken, oradan alçakgönüllü bir dost içtenliğiyle selamlıyor bizi.
Daha fazlası için TIKLAYIN