Fehmi Koru*
Birkaç gün oluyor, CHP sözcüsü Özgür Özel olağanüstü önemli olduğunu söylediği bir ‘ifşaat’ öncesinde öldürülme tehlikesinden söz eden bir uyarıda bulundu. Açıklama yapamadan öldürülürse diye, öyle bir ihtimal gerçekleşirse açıklamaları için, ifşa edeceği konuyla ilgili ayrıntıları üç ayrı arkadaşına göndermiş…
Neyse ki, öyle bir gelişme yaşanmadı. Özel söyleyeceklerini kendisi açıkladı. Hayatına kast eden olmadı.
Dün de, bu defa CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Meclis grubunda öldürülme ihtimalinden söz etti ve vasiyetini açıkladı.
Bakın neler söyledi Kılıçdaroğlu:
“Önce benimle konuşmak istediler, anlaşmak istediler; kapıyı yüzlerine kapattım! Her türlü operasyona başvurdular. Ve artık son aşamaya geldik; silah ve suikast tehditleri. Son uyarılarını yapıyorlar akıllarınca. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar! Siz mi beni korkutacaksınız? Sizin önünüze diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim! Hodri meydan, gelin görüşelim. / Ha Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Trolleriniz beni yolumdan çeviremez, durduramazsınız.”
Eskiler böyle durumlarda “Ağızlarından yer alsın” derlerdi.
Türkiye siyasi cinayetler ve suikastlar bakımından tekin bir ülke değil. Daha önceye ait olaylar da var ama benim siyaseti yakından gözlemlediğim yıllar boyunca, görev başındaki üç başbakana –Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve Turgut Özal’a- yönelik öldürme girişimleri yaşandığını iyi hatırlıyorum.
Kamuoyuyla paylaşılmayan üst düzey hedeflere yönelik başka eylem hazırlıkları ilgili kurumlar tarafından önceden ortaya çıkartılarak başarısız kılınmış da olabilir.
Demirel’e saldıran kişi için ‘meczup’ sıfatı kullanılmıştı.
Ecevit ve Özal ise faillerinin ‘derin devlet’ yapılanmasıyla ilgisi bulunduğundan kuşkulanılan eylemlere uğramışlardı.
Gazeteciler, sivil toplum örgütü önderleri ve lider konumundaki insanlardan hayatlarını siyasi amaçlı cinayet ve suikastlarda kaybedenlerin sayısı ise utanılacak boyutlarda.
Bu geçmişe bakarak benzer girişimlerin günümüzde tekrarlanmayacağını iddia etmek güç.
Peki de, CHP’li siyasilerin böyle bir ihtimalin şimdi de geçerli olabileceğini akıllarından geçirmelerinin sebebi ne olabilir?
Soruya cevap ararken aklıma MHP’li bir ismin –Doç. Sinan Ateş’in- Ankara’da, güpegündüz suikasta uğraması geldi.
Her ne kadar farklı bir kampın insanı olsa bile, öldürülen kişinin ‘siyasi’ kimliği, başka eğilimden siyasilere kendi başlarına da böyle bir akıbetin gelebileceğini düşündürmüş olabilir.
‘Cinayetler ve suikastlar dönemi’ denilebilecek 1970’li, 1980’li ve 1990’lı yıllarda, değişik eğilimlerden pek çok öndegelen şahsiyet, birbiri ardına siyasi eylemlerin hedefi haline gelmişlerdi.
Sağdan-soldan değerli insanlarımızı o 30-40 yıl içerisinde kaybettik.
Geçenlerde burada dikkate sunmuştum: Solcu bilinen gazeteci-öykücü Ümit Kaftancıoğlu 11 Nisan 1980 tarihinde, evinden çıktıktan kısa süre sonra, okuluna bırakacağı küçük kızının gelmesini beklerken, yanına yaklaşan iki kişi tarafından katledilmişti. Ondan birkaç ay sonra -5 Temmuz 1980’de- yakın arkadaşım MTTB’li Sedat Yenigün berberde traş olurken öldürüldü.
Her iki cinayette aynı silahın -291554 nolu Lama marka tabancanın- kullanıldığı biliniyor.
Başbakanlara, siyasi kimlikli kişilere, gazeteciler, yazarlar ve sivil toplum önderlerine yönelik girişimlerin yaşandığı ‘cinayet ve suikastlar dönemi’ni gözlemlemiş aynı uğraş alanlarından insanların -siyasiler, gazeteciler, yazarlar ve sivil toplum önderlerinin- bir tek ölümlü eylemle karşılaşıldığında bu geçmişle ilgili hatıralarının canlanmaması imkansız.
Sinan Ateş’e yönelik suikast olmasaydı, muhtemelen Özgür Özel ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun son günlerdeki çıkışlarıyla karşılaşılmayacaktı.
Kuşkular tamamen boşuna değil.
Olur mu, geçmişte yaşananlar günümüzde de tekrarlanır mı, bilemem; ancak eskiden yaşananların günümüzde tekerrür etmesinin nasıl engellenebileceğini söyleyebilecek durumdayım: Meydana gelen ilk olayın üstüne kararlılıkla giderek…
Karanlık olayların yaşandığı geçmişte, sonradan kendisine de suikast girişiminde bulunulacak bir başbakan, eğilim olarak yakın hissettiği insanların cinayet işlediklerini kabul etmeyeceğini açıklamıştı.
Ne büyük gaflet…
Canilerin, siyasi suikastlara teşebbüs eden ve çoğu kez amaçlarına ulaşanların kimliklerinin sağcı veya solcu olmasının hiç fark etmediğini yaşayarak öğrendik.
Tabii pek çok insanımızı kaybettikten sonra…
Öldürülenler arasında ayrım yapmadan ilk cinayetin üzerine kararlılıkla gidilmiş olsaydı, büyük ihtimalle, ondan sonraki cinayetlerin önüne geçilebilirdi.
Bu gerçek de bizi bugün ne yapılması gerektiği konusuna yönlendiriyor.
Ülkemiz siyasetin en yoğun yaşandığı bir seçime doğru hızla ilerliyor. Değişik yabancı yayın organlarında da yer alan değerlendirmelerle, bizde yapılacak seçimin önemini dünya da bizler kadar biliyor.
Kritik bir seçim.
Seçime gidilen ortamlar ‘iyi saatte olsunlar’ diye de adlandırılan karanlık güçleri harekete geçirir genellikle.
Oy hakkı bulunmayan yerli-yabancı güçler, terör örgütleri, kendi tercihlerine sandıkta yol açmak veya istemedikleri sonucun çıkmasını engellemek üzere, bunu sağlayacağını düşündükleri türden eylemlerle, devreye girebilirler.
Pek çok seçim öncesi bu tür eylemlerle karşılaşıldı ülkemizde.
Tedbirli olmak bu yüzden şart.
Ankara’da işlenen Sinan Ateş suikastında eylemciler ile onları yönlendirenler ‘suçüstü’ oldular.
Fazla uzatmadan, kararlılık gösterisi yerine geçecek şekilde, eylemci kadronun yargı önüne çıkartılması sağlanmalı.
Bu arada, Özgür Özel’i ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu kendilerine suikast yapılabileceği endişesine sürükleyen sebepleri de ihmal etmemek ve kimleri kast ediyor idiyseler, o kuşkuların hedefi olan kişi ve örgütlerle ilgili de, eğer böyle bir niyetleri varsa caydıracak tedbirleri almaktan da geri durulmamalı.
Hatırlatırım: Geçmişin karanlık dönemlerinde siyasi iradenin kararsızlığı iktidarlar için hayırlı sonuç doğurmamıştı.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.