16 Aralık 2022 19:20
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, "İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük kentinin belediye başkanı, aday olarak adı geçen bir kişi siyasi yasaklı hale getiriliyor. Siyasi partileri yasaklıyorsunuz, olası rakipleri yasaklıyorsunuz. Bu utanç tablosu ile karşı karşıyayız. Herhalde dünyada örneği yok. İki kere seçilmiş bir belediye başkanının bir de üstüne siyasi yasak kararı alınması aslında tabloyu tamamlıyor" dedi.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erken Baş, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. TBMM’de bugün tamamlanacak olan bütçe görüşmelerini ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkındaki mahkeme kararını değerlendiren Erkan Baş, şunları söyledi:
“Türkiye İşçi Partisi milletvekilleri olarak hem komisyon sürecinde hem de fırsat buldukça Genel Kurul’da bu bütçenin bir vurgun bütçesi, bir talan bütçesi, bir çökme bütçesi olduğunu, iktidarı kaybetmek üzere olan bir çetenin gider ayak işçinin, emekçinin, öğretmenin, mühendisin, emeklinin, öğrencinin, işsizin hakkına çökme bütçesi olduğunu anlatmaya çabaladık.
Sabah son oturumu açan Meclis Başkanı’nın verdiği bilgiye göre; bugüne kadar yani bugünü saymadan söylüyor Meclis Başkanı; 134 saat 20 dakika konuşma yapılmış. Türkiye İşçi Partisi adına bir dakika bile söz hakkı kullanmamıza izin vermediler, konuşmamız engellendi. Şimdi şunu paylaşayım. Üç milletvekili arkadaşımız Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki müttefikimiz HDP’nin dayanışması ile şahıs adına konuşmasını yapabildi. Diğer arkadaşımız da bakanın hakareti üzerine söz aldı. Tüm yurttaşlarımız bu gerçeği bilsinler. Bugünü de eklediğimizde 140 saati aşan konuşmalar yapılmış olacak. Çoğunluğu iktidarı desteklemek üzere AKP, MHP ve yürütme tarafından yapılan bomboş konuşmalar. 140 saat. Türkiye İşçi Partisi’ne bir dakika bile vermemişler. Bunu hiç kimse İçtüzük’tür, usuldür falan diye bize anlatmaya çalışmasın. Çünkü biliyoruz ki istendiğinde bunlar aşılabiliyor. Üç sene önce örneğin; biz bunu bu iç tüzükle, aynı iç tüzükle, aynı başkan ile yapmıştık.”
Belli ki artık Türkiye İşçi Partisi’nin kendileri için daha büyük bir tehdit olduğunu görüyorlar. O yüzden büyük bir çaba sarf ediyorlar. Bütün bunlara rağmen Türkiye İşçi Partisi’nin susturulamayacağını söyleyeceğiz. Bu haksız uygulamayı da kamuoyu vicdanına bırakıyoruz. Burada söz konusu olan Türkiye İşçi Partisi’nin susturulması değildir. Susturulmak istenen, partinin temsil ettiği toplumsal kesimlerdir. Partimizin temsi ettiği değerlerdir. Türkiye İşçi Partisi emeğiyle, alın teriyle yaşayan onurlu insanların sesidir. Türkiye İşçi Partisi toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle her gün şiddete, baskıya maruz kalan kadınların, LGBTI+’ların sesidir. Türkiye İşçi Partisi eşit yurttaşlık mücadelesi veren alevi emekçilerin sesidir. Türkiye İşçi Partisi tüm emeklilerin hakkını arayan EYT’lilerin sesidir. Türkiye İşçi Partisi çalışması, sokaklarda dolaşması, sağlık hizmetlerinden faydalanması, eğitim alması bile engellenen engelli yurttaşların sesidir. Türkiye işçi Partisi tarikatlara, siyasal islama, yobazlığa direnenlerin, laiklik mücadelesi verenlerin Meclis’teki sesidir. Türkiye İşçi Partisi adalet için mücadele eden yakınlarının yaşam hakları elinden alınmış annelerin, babaların, kardeşlerin, eşlerin sesidir. Türkiye İşçi Partisi özgürce akamayan derelerin, kesilen ağaçların sesidir. Herkes bilsin bu sesi susturamazlar. Bu ses susmaz. Biz bundan sonra da doğru bildiğimizi, inandığımızı söylemeye, tüm yurttaşlarımızın hakları için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Burada bütçe üzerine son değerlendirmemizi yaparken bir gerçeğin daha altını çizelim. Bütçenin yapıldığı yerde halk olmazsa, halkın sesi kesilirse harcandığı yerde de halk olmaz. Peki nerede halk? Halk bunların aklına yalnızca adına bütçe dedikleri bu vurgunu yapabilmek için vergi toplanacağında geliyor. Bunlar halkı sadece vergisini verdiği zaman sever. Başka bir değerleri, dertleri yok. O yüzden de sarayda yazıp, saray ve çevresinde harcadıkları bu bütçeyi asgari ücretten, çocukların sütünden, ekmekten, kullanılan elektrikten, sudan topluyorlar. Halkın kursağından geçen iki lokmanın birini kursağından çekip alıyorlar ve saraylarına, şatafatlarına, kendi yandaşlarına aktarıyorlar. Bu noktada bize düşen halkın parasına, varlığına sahip çıkmak için bu sürecin öznesi kılmak, bütçe sürecini siyasallaştırmaktır. Biz amacımızı hiç gizlemedik.”
“Meclis’te bütçe görüşmeleri yapılıyor. Özeti nedir? Ne oldu? Bütçe tartışmalarıyla halkın boğazındaki lokmaya çöküp, ellerindeki devlet imkanlarını kullanıp halkı susturmaya çalışıyorlar. Bütçe görüşmeleri Meclis’te yaşananın özeti aslında nasıl bir Türkiye ile karşı karşıya olduğumuzu bize gösteriyor. Ne oldu? AKP buradaki kalabalığına, gücüne güvenerek bağırdı, çağırdı, muhalefeti susturmaya çalıştı. Yetmeyince kaba kuvveti devreye soktu. Burada bir milletvekili ölümden döndü ve sürekli olarak bir gerginlik çıkartarak, sürekli olarak bir gerilim çıkartarak meseleyi galeyana getirmeye çalıştı. Meselenin üstünü örtmeye çalıştı. İş sadece Meclis mi? Birkaç tane not aldım. Bu 14 günlük Meclis’teki bütçe maratonu devam ederken ülkede neler yaşandı. Bakın, 6 yaşındaki bir kız çocuğunun, üstelik ailesinin aracılığıyla bir tarikat içerisinde hayatının nasıl karartıldığını hep beraber gördük. Buna karşı çıkan kadınlara eylem izni vermeyen, saldıran emniyet kuvvetlerinin tarikat şeyhini desteklemek için eylem yapanların önünü açtığını, onlara her tür özgürlüğü tanıdığını gördük. Mesele sadece Meclis değil. Bu bütçe tarikatlara verilen bir bütçedir. Bu bütçe bu memleketin çocuklarının tarikat yurduna düşmesini devam ettirmek isteyenlerin bütçesidir. Burada bütçe görüşülüyor. İşçiler Anayasal haklarını kullanıp greve giderken cumhurbaşkanı grev erteliyor. Burada bütçe görüşülüyor. Asgari ücret terteleniyor. Niye? Seçim geliyor. Bir taraftan patronların çıkarını korumak lazım. Seçime de asgari ücreti arttırarak gidelim ki; vatandaşı bir kez daha kandıralım hayalleri kuruluyor.
Türkiye artık bir seçim sürecine giriyor. Bu seçim öncesi son bütçe. Peki nasıl giriyoruz seçim sürecine? Türkiye’nin parlamentoda temsil edilen en büyük üçüncü siyasi partisi için kapatma davası söz konusu. Seçime giderken Anayasa Mahkemesi’nde bu dava görülüyor. Yetmiyor, İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük kentinin belediye başkanı, aday olarak adı geçen bir kişi siyasi yasaklı hale getiriliyor. Siyasi partileri yasaklıyorsunuz, olası rakipleri yasaklıyorsunuz. Bu utanç tablosu ile karşı karşıyayız. Bu vesile ile İmamoğlu davasına ilişkin birkaç şey söyleyeceğim. Herhalde dünyada örneği yok. İki kere seçilmiş bir belediye başkanı bir de üstüne siyasi yasak kararı alınması aslında tabloyu tamamlıyor. Karar açıklandığı anda söylemiştik. Bir kez daha ifade edelim. Kimse buna mahkeme kararı demesin. Sanki ortada mahkeme varmış, kararı verenler de bağımsız hakimlermiş gibi düşünmeye hiç gerek yok. Bu karar doğrudan saraydan alınmıştır. Aksini iddia etmek mümkün değildir. Şimdi bu bir iddia olarak söylenebilir ama gazeteci Barış Pehlivan’ın paylaştığı fotoğraflardan öğrendiklerimiz aslında bunun delili gibi. Daha önemlisi AKP’nin basit bir siyasi parti olmadığını, iktidarda kalabilmek için her şeyi yapabilecek bir örgüt olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu arada gelirken uyardılar, bu fotoğraflarla ilgili şeref ve saygınlığı zedelediği gerekçesiyle erişim yasağı gelmiş. Fotoğrafların yayınlanmasının şeref ve saygınlığı zedelediği iddiası var. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum.
Siz bir mahkemenin üstelik bir siyasiyi yargılayan bir mahkemenin hâkimi, savcısısınız. AKP’li yöneticilerle, il başkanlarıyla, belediye başkanlarıyla kol kola geziyorsunuz. Ondan sonra bu sizin şeref ve saygınlığınızı zedelemiyor ama bunun fotoğrafının yayılması şerefinizi ve saygınlığınızı zedeliyor. Öyle mi? Bakın, aynı şey 6 yaşındaki kız çocuğunun istismar davasında da var. Çıkmışlar dün diyorlar ki; şeyhin itibarı zedeleniyor. Yaparken utanmıyorsunuz, yaparken şeref, saygınlık aklınıza gelmiyor ama insanlar bunu öğrendiğinde şeref, saygınlık aklınıza geliyor. Biz böyle bir ülkeyi kabul etmiyoruz. Böyle bir ülkeyi reddediyoruz. Davanın hakimi ile ilgili HSK’nın 2015’te cinsel taciz suçundan bir soruşturma yürüttüğü ve davanın hakiminin değiştirilip bu kişinin özel olarak getirildiği, aynı adliye içinde başka bir mahkemeye tayin edildiği falan… Bakın, bu suç ortaklığının hangi temelde kurulduğunu gösteriyor. Bunlar adalete, yaşama ve kadına düşmanlık koalisyonu.
Sözlerimi epey özenle seçerek ve nezaketimi de bozmadan Altılı masaya da bir çağrı yapmak istiyorum. Lütfen, herkes aklını başına alsın. Yani iktidar hiçbir ayrım yapmadan tüm muhalefete saldırırken sadece masayı, masanın iç dengelerini falan düşünen bir karşı duruş sadece altılı masaya değil, tüm memlekete zarar verir. Bakın, en basitinden söyleyeceğim. Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesi sadece altılı masada bulunan partilerin üyelerinin seçmenlerinin Ekrem Bey’e oy vermesiyle ilgili değildir. Hatta bir adım daha ileri gideyim. Altılı Masa’nın partilerinden bir tanesi, Saadet Partisi başka bir adayla İstanbul Belediyesi seçimlerine girdi ama bugün altılı masada olmayan çok geniş toplumsal kesimler Ekrem Bey’e oy vererek onun seçilmesini sağladı. Dolayısıyla bu saldırı evet, Ekrem Bey özelinde, Altılı Masa özelinde birtakım yanlar taşımakla birlikte tüm yurttaşlarımızın seçme hakkına dönük de bir saldırı anlamına geliyor. O yüzden bunu hep birlikte püskürtmek durumundayız. Türkiye birden büyüktür, bu doğru ama Türkiye altıdan da büyüktür.
AKP iktidarı ve siyasal İslam, Türkiye’yi öyle bir noktaya getirdi ki; ülkenin her yerinden tarikat ve cemaatlerin pislikleri akıyor. Her gün farklı bir yerde bu din tüccarlarının halkın dini duygularını istismar eden, orta çağ yobazlarının haberleri patlıyor. Gençler kelimenin tam anlamıyla bu karanlık odaklar tarafından zehirlenmiş. Bunların en büyük destekçisi de AKP. Nereden biliyoruz son 4 yılda Diyanet çeşitli dernek ve vakıflara 356 milyon lira para yollamış. Bu para kimin parası? Bu ülkenin bütün yurttaşlarını, sokaktaki insanın, senin, benim, gencin, hastanedeki doktorun, okuldaki öğretmenin, kasadaki çalışanın, emeklinin, fakirin bizim paralarımızla bunu din tüccarlarını ayakta tutmaya çalışan bir iktidar var. Bunlar memleketin televizyon kanallarına çıkıyorlar, anlatıyorlar, kendi propagandalarını yapıyorlar. Valiler, kaymakamlar bunları ziyaret ediyor. Zaten AKP ilçe binaları ikinci adresleri. Oralarda gezip duruyorlar.
Biz tekrar söylüyoruz; bu tarikatların, cemaatlerin bunları Türkiye’nin her yerine yayan ve ülkeyi bir ağ gibi sarmasına neden olan AKP’yi, saray rejimini mutlaka yeneceğiz. Geleceğe bakan, laik ve sosyal bir devlet isteyen her yurttaş bu mücadeleye ortak olmalı. Bu gidişe hep birlikte ‘dur’ demek zorundayız. TİP sonuna kadar bu mücadelenin bir parçası olacak. Asla yılmayacağız. Türkiye’yi bu karanlığa mecbur bırakmayacağız. Tam bu nedenle şimdi AKP tarafından gündeme getirilen anayasa değişikliği teklifine de açık ve net bir biçimde ‘hayır’ diyeceğimizi ilan etmek istiyorum. Biraz önce parti meclisinin son toplantısını yaptığı değerlendirme kamuoyu ile paylaşıldı. Anayasayı bir bütün olarak ayaklar altına alan, yasa tanımayan, kendinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayan bir iktidarla anayasa değişikliği yapmayı reddediyoruz.” (ANKA)
© Tüm hakları saklıdır.