Gündem

Edhem Eldem için...

Onu Boğaziçi'nden uzaklaştıranlar, onca yıldan sonra akademik yuvasından koparanlar, kendisinin yerine bir Edhem Eldem koyabilecekler midir? Yani kaybeden Edhem Eldem değildir, Boğaziçi Üniversitesi ve esasen Türkiye'dir

01 Ağustos 2024 11:18

Kaan Durukan

Şarkışlalı Serdarî ile başlayalım, ardından sözün devamını getirir, yazının ana mevzuuna geçeriz:

"Nesini söyleyim canım efendim,
Gayri düzen tutmaz telimiz bizim,
Arzuhal eylesem deftere sığmaz,
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim."

Türkiye'nin en önemli bilim insanlarından; şahsının, yakın çevresinin, öğrencilerinin, medyanın şişirmesiyle değil, gerçekten dünya çapında olan isimlerimizden, benim de Boğaziçi yıllarımdan hocam Edhem Eldem emekliliğini istedi. Haberi önce yine Boğaziçi camiasından Cem Say ve Murat Gülsoy verdi, sonrasında Eldem'in kendisi de doğruladı. Ne yazık ki, "Yoruldum, eh biraz da yaş aldım. Artık dinlenmenin vaktidir" tarzı bir emeklilik başvurusu değildi söz konusu olan: Tanıyanların ne kadar nazik bir kişi olduğuna şahitlik edeceği,[1] şiddetli bir tartışma ortamında bile sesini yükseltmeyen, durduk yerde polemik aramayan Edhem Hoca'nın kısa açıklamasında dahi kırgınlığı, üzgün olduğu görülüyordu.

Neydi peki bu ani kararın nedeni? Anlaşıldı ki Eldem bir talepte bulunmuş, bu talebin üniversite yönetimince gerekçesiz reddi üzerine de istemeye istemeye emekliliği düşünmeye mecbur kalmıştı.

Akla gelen ikinci soru da şu olsa gerek: Tamam da, talep neydi acaba? Sözgelimi, yönetimden Boğaz manzaralı, denize nazır bir lojman mı istemişti kampüste? Birkaç ek görevlendirme saikiyle gelirini üçe, beşe katlamak arzusunda mıydı? Bir yakınına ayrıcalık ummuş, bu isteği yerine getirilmeyince de tepki mi göstermişti?

Çok daha basit, makul, anlaşılan hukuki anlamda da hakkı olan bir talebi vardı kendisinin. Daha önce de olduğu gibi, yurt dışında prestijli bir kurumdan, bir Amerikan üniversitesinden gelen daveti kabul etmeye niyetleniyor, orada gerçekleştireceği araştırma için de doğal olarak Boğaziçi Üniversitesi'nden izin talep ediyordu.[2] Eldem'i hiç tanımayan birisinin dahi etkileyici yayınlar listesine şöylece bir göz attığında göreceği üzere, bu süreyi kumsalda denize karşı ayaklarını uzatarak ya da kayak tatilinde heba etmeyeceği aşikârdı. Hoca oradan da –yıllar içinde defalarca yaşandığı gibi– ciddi araştırma bulguları, özgün bilgi üretimi potansiyeliyle dönecekti. Üstelik bölümü ve fakültesi (yani ne yapmak istediğini hakkıyla değerlendirebilecek konumda, birikimde olanlar) oybirliğiyle onay vermişti fikre. Ancak ne olmuşsa olmuş, başvuru üst yönetimden dönmüş, Edhem Hoca'ya da emeklilik haricinde fazla bir seçenek bırakılmamıştı. Şurası da üzücü: Ben '90lı yılların hemen başında öğrencisiydim Eldem'in; eğer arada belli bir hukuk, emeğe saygı, şahsın birazcık hatırı varsa, 30-35 yıllık yoğun bir mesaiden sonra varılan nokta burası olmamalıydı herhalde.

Vurgulamadan geçmemeli: Harika bir hocadır Edhem Eldem. Kuşaklarca öğrencisinin ezici çoğunluğunun itirazı olmaz sanırım. Son derece ilgi çekici konuları dinleyicisinin dikkatini sürekli canlı tutarak, pekçok göndermeyle, akıcı şekilde aktarır. Diyaloga, yukarıda sözünü ettiğim nezaketiyle açıktır; düşünmeye, eleştirel yaklaşmaya teşvik eder. Sınavları bir başka âlemdir: Kimi zaman beklentinin, alışılagelmiş formatın birdenbire dışına çıkar, o ânın şoku atlatıldıktan sonra öğrencilerine yadigâr olarak yıllar boyu anlatılacak bir "efsane" bırakır.[3]

Bilimsel yayın anlamında da müthiş üretkendir Edhem Bey. Fransa'da Robert Mantran gibi çok önemli bir uzmanın akademik danışmanlığında yazdığı tezi itibariyle esas alanı iktisat tarihidir; bu sahada da gerçekten çok üretmiştir, fakat yetinmez. Osmanlı'da ölüm algısından nişanlara ve madalyalara, Osman Hamdi Bey üzerinden aile tarihine, Orta Doğu dünyasında arkeolojiden fotoğrafçılık tarihine, Türkiye'de hayli güdük kalmış tarihyazımına kadar pekçok farklı konuda yayın yapar. Yeri gelir, bir serginin küratörlüğünü üstlenir, katalogunun oluşturulmasına katkıda bulunur. Türkçe, İngilizce ve Fransızca olmak üzere üç dilde yayın yapabilmek gibi son derece nadir rastlanan bir özelliği de vardır Eldem'in (bildiği diller de bu üç lisanla sınırlı değildir).

Varacağım sonuç, altını çize çize dile getireceğim soru şu: Yıllar içinde ABD'de Columbia, Harvard, California Üniversitesi-Berkeley, Fransa'da École des Hautes Études en Sciences Sociales, Collège de France, Almanya'da Wissenschaftkolleg zu Berlin gibi dünyaca tanınmış kurumların akademik misafiri olmuştur Edhem Eldem, ihtiyaç halinde kolaylıkla kadrolu öğretim üyeleri de olabilir sanırım, yani oralarda da var olur. Biraz tanıyorsam, dervişane bir gülümseme ile yazmaya-çizmeye de (belki daha bile tempolu) devam edecektir. Ancak onu Boğaziçi'nden uzaklaştıranlar, onca yıldan sonra akademik yuvasından koparanlar, –şayet gidebilirlerse?!– andığım yerlere gitmeye kalksalar nasıl karşılanacakları bir hayli tartışmalı olanlar kendisinin yerine bir Edhem Eldem koyabilecekler midir? Yani kaybeden Edhem Eldem değildir, Boğaziçi Üniversitesi ve esasen Türkiye'dir.

Ekleyeyim: Bir Edhem Eldem yetiştirebilmek için bir İbrahim Edhem Paşa, bir Osman Hamdi Bey, bir İsmail Galib Bey, bir Halil Ethem Eldem, bir Sedad Hakkı Eldem de yetiştirmeniz gerekir. Tüm bu şahsiyetlerle (ve daha ikincil sayılabilecek başkalarıyla) akrabadır Edhem Hoca. Sözünü ettiğimiz kuşaklar boyunca, aile çevresinde adım adım, kademe kademe, katman katman oluşturulan bir entelektüel birikim, tabiri caizse iki yüz küsur yılın imbiğinden süzülüp gelen entelektüel mirastır.[4] Bu birikimin –bugün itibariyle– neticesi, kökleri geç dönem Osmanlı'da olan,[5] Cumhuriyet Türkiyesi'nin yetiştirdiği, global ölçekte gerçek bir değer ifade eden Edhem Eldem'dir.

Serdarî ile başladık, Gevherî ile bağlayayım:

"Hey ağalar, zaman şaştı
Düşmüşe il üşer oldu,
Küllükte eşinen eşek,

Cins atla yarışır oldu

.......................

Gevherî der, işler hata,
Katırlar baskındır ata,
Olur olmaz maslahata
Bilmezler[6] karışır oldu"[7]


* Yazının başlığını Türk üniversite geleneği için, akademik özerklik için, Boğaziçi Üniversitesi için, Türkiye'de eğitimin geleceği için, asgari nezaket için gibi altbaşlıklarla genişletmemiz, geliştirmemiz imkân dahilinde şüphesiz.

[1] Öğrencilerine isimle, ancak "siz" diye hitap eden biridir Edhem Eldem. Derslerinde öğrendiklerimin yanında bunu da ondan öğrenmişimdir. Bazılarının şaşırdığı, belli bir samimiyet oluşana kadar yaşça küçüklerime, özellikle kadınlara ikinci çoğulla hitap alışkanlığımın arkasında bu etki vardır. İlginçtir, lisans yıllarımdan neredeyse yirmi yıl sonra bir konuşmasında tam da benim düşündüğüm biçimde açıkladı bu kullanımın nedenini Edhem Bey: "Niye kendimi yukarı koyayım ki?" dedi, "Daha söze başlarken bir hiyerarşi kurayım, bir otorite tesis edeyim?"

[2] Bilmeyenler olabilir: Yurt dışında, hasseten Anglo-Sakson akademik dünyasında yerleşmiş bir uygulamadır burada söz konusu olan. Belli bir ders verme döneminin ardından –genelde 7 yıl; İngilizcedeki sabbatical terimi buradan kaynaklanır– akademisyeni yeni araştırmaya, güncel yayına teşvik etmek amacıyla duruma göre bazen bir sömestr, çoğunlukla bir yıl izin verilir, araştırmanın niteliğine göre sürenin uzatılması da düşünülebilir.

[3] Bir sınavımızda bize tamamen kurgu, kısacası uydurma bir "arşiv" belgesi vermiş, bunu yorumlamamızı istemişti örneğin. Ama biz bu bilgiye sınavdan sonra erişebilmiştik tabii. Edhem Bey hatırlar mı bilmem, gençlik işte, sorunun kötü niyetli olduğu, bunun "faullü bir yumruk" olduğu fikrindeydim. Ofisinde herhalde yarım saatten fazla tartışmıştık. Ben çıktıktan hemen sonra giren arkadaşım Ayşe Ceren, (sonradan sosyolog oldu, aynı zamanda Hilmi Ziya Ülken'in torunudur) "Hocam, sınava ilişkin..." deyince "Lütfen Ayşe, şimdi değil. Kaan'la yeni bir muharebeden çıktım" yanıtını vermiş. Bu tarz "muharebeler" galiba tamamen faydadan hâli olmasa gerek: Geçer 30 yıl, lisans öğrencisi olarak hatırladığınız çocuk gün gelir, orta yaşlı bir akademisyen olarak kalkar, haksızlığa uğrayan hocasının yanına durmaya gelir, destek olmaya çabalar zira.

[4] Çift dilli bir evde, anadili olarak hem Türkçeyi hem de Fransızcayı konuşarak büyümüştür Edhem Eldem mesela. Aynı Fransız lisesinden on yıl kadar bir arayla mezunuz, lisan açısından ben de fena sayılmam. Zamanında rahmetli Kemal Karpat'ın ricasıyla bir akademik makaleyi Fransızcadan İngilizceye tercüme edip ciddi bir yayınevinden yurt dışında yayımlamışlığım bile vardır, lakin ikimizi karşılaştırmak kabil olsa fark kimin lehine olur, tahmin edin bakalım...

[5] Naciye Sultan - Enver Paşa evliliği üzerinden Osmanlı hanedanıyla da bağlantılıdır Edhem Bey. Neredeyse biraz mahcup, "E ama insan ailesini seçemiyor ki" dediğini de anımsıyorum.

[6] Esasının "Çocuklar karışır oldu" olduğunu bilmez değilim, fakat Pertev Naili Boratav, onun öğrencisi, tanımaktan mutluluk duyduğum İlhan Başgöz gibi folklor uzmanlarımızın dikkat çektiği üzere sözlü gelenek, yani türküler, nefesler, deyişler kuşaktan kuşağa değişir, eklemeler-çıkarmalar olur, ustaların kimi dizeleri sahiplenilir, kimi ozan kendi söylediğini bir büyük isme, bir ulu ozana "yamar"... Bu sebepten Köroğlu, Pir Sultan Abdal veya Karacaoğlan'dan bahsetmek yerine Köroğlu geleneği, Pir Sultan geleneği ya da Karac'oğlan geleneğine atıfta bulunmak daha anlamlıdır. Bu bilginin ışığında, 17. yüzyılda yaşadığını tahmin ettiğimiz Gevherî'nin de bu küçücük müdahaleden naşi beni hoş göreceğini ümit ediyorum.

[7] Yine başa, Serdarî'ye de dönebiliriz fakat: "Serdarî halimiz böyle n'olacak / Kısa çöp uzundan hakkın alacak / Mamurlar yıkılıp viran olacak / Akıbet dağılır ilimiz bizim." Son dizenin "Akıbet alınır öcümüz bizim" versiyonu da vardır.