29 Ekim 2024 10:39
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan çağrısıyla başlayan süreci değerlendiren DEM Partili İbrahim Akın, "Bahçeli’nin hamleleri iktidarın atacağı adımların bir işareti" dedi.
Duvar'dan Nuray Pehlivan, DEM Partili İbrahim Akın ile MHP lideri Bahçeli'nin "Öcalan" çıkışı ardından yaşanan gelişmeleri konuştu. Yasama yılı başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarıyla yaptığı tokalaşma, gündemdeki yerini koruyor. Tokalaşma hareketiyle başlayan tartışmalar "yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?" şeklinde merak uyandırırken, siyasette de gündemin ilk sırasını işgal ediyor. Öyle görünüyor ki uzun bir süre daha işgal etmeye de devam edecek.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi (DEM) Partisi İzmir Milletvekili İbrahim Akın, Gazete Duvar’a Bahçeli'nin DEM Partililerle tokalaşmasıyla başlayan süreci değerlendirdi. Bahçeli’nin hamlesini ‘yeni bir dönemin işareti’ olarak niteleyen Akın, “Ancak henüz belirsiz ve tereddüt uyandıran çok şey var. Bizler de bu belirsizliğin aşılması için çaba harcıyoruz. Bir çözümün gerektiği yönündeki olgunun kabulü önemlidir. Tüm ülke kamuoyu olarak bütün tarafların, tüm siyasal aktörlerin dahil olduğu şeffaf bir sürecin işletilmesini istiyoruz” dedi.
-İktidar kanadı, Bahçeli üzerinden Kürt sorunu ile ilgili ardı ardına hamleler yapıyor. Tokalaşmayla başlayan ve ‘Çözüm süreci mi başlıyor?’ noktasına kadar varan tartışmalar yapılıyor. Sizce bunlar sadece Bahçeli’nin hamleleri mi? Bahçeli’nin söylemlerini iktidar kanadının adımları olarak yorumlayabilir miyiz?
Uzun süreden beri AKP ile MHP arasında bir iktidar paylaşımı olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Dikkat ederseniz iktidar belli konularda atacağı adımları önce Bahçeli’nin ağzından kamuoyuna duyuruyor. Bu nedenle Bahçeli’nin bu tür konularda söyledikleri aslında AKP-MHP iktidarının ortak fikri olarak okunabilir. Buna karşın iktidar kanadı içindeki kimi grupların bazı farklı eğilimleri veya aykırı görüşleri olması da elbette mümkün. Fakat iktidarın atacağı adımları belirleyen şeyin AKP-MHP arasında oluşan konsensüs olduğunu düşünüyoruz. Yani kısacası Bahçeli’nin hamleleri iktidarın atacağı adımların bir işareti.
-Peki, sahnesinde Bahçeli’nin olduğu bu adımlar bir çözüm sürecinin varlığı için yeterli ve ikna edici işaretler mi?
Aslında ortada adı konmuş, çerçevesi belirlenmiş ve bizim bildiğimiz bir ‘süreç’ şimdilik yok. Bahçeli’nin hamleleri elbette yeni bir durumun varlığının işareti. Fakat bu yeni durumun çerçevesi, ana hatları, nasıl ilerleyeceği konusunda ne somut bilgiler var ne de iktidar kanadından kamuoyuna yönelik ikna edici bir açıklama yapıldı. Mevcut durum eskiye göre farklı olmakla birlikte henüz ‘çözüm süreci’ demek için elimizde yeterli veri yok. Şunun altını çizmek isterim ki, bu ve benzeri olumlu diyebileceğimiz adımlar elbette sorun üzerinde müzakerelerin yapılmasını, bir diyalog zemininin oluşmasını kolaylaştıracaktır. Ancak atılacak adımların samimi, altı dolu ve çerçevesinin ikna edici olması koşuluyla…
-İktidar Kürt sorununda milliyetçi politikaların bayraktarlığını yapan Bahçeli eliyle yıllardır sürdürdüğü bu güvenlikçi politikalarından neden vazgeçme eğilimine girdi? Ulusal ve uluslararası dengeler ışığında bu değişimi sizce neye yormalıyız?
Aslında Kürt sorunu, Türkiye’nin sorunu olduğu kadar bu sorunun çözümü Orta Doğu için de kilit önemde. Orta Doğu’da devam eden bir büyük savaş var. Bölgede yıllar boyunca devam eden vekalet savaşları tarafların doğrudan çatışmasına dönüştü. Böyle bir ortamda bölgedeki Kürt varlığı mevcut denklemde önemli bir yere sahip. Eğer Türkiye, bugüne kadar savaşarak yok etmek istediği Kürtleri stratejik bir ortak olarak görmek istiyorsa ve bunun için Kürtlerle olan sorunlarını müzakere ve karşılıklı diyalog zemininde çözmek istiyorsa bunun mevcut dengelere etkisi kuşkusuz önemli olacak.
Fakat mevcut iktidarın güven vermeyen onca pratiğini unutmak da mümkün değil. AKP-MHP iktidarının hamlelerine karşı temkinle yaklaşıyoruz. Kürt halkı içinde temkinli bir iyimserlik olmakla birlikte, 2015 sürecinin yarattığı travma henüz çok canlı. Kürt halkı böylesi bir travmaya bir daha asla izin vermeyecektir.
Güvenlikçi yaklaşımla hareket eden devlet, yıllardır sürdürdüğü savaşın sonunda sorunun bu şekilde çözülemeyeceğini artık görmelidir. Çatışmaların ve sürdürülen savaşın Kürtlere de Türklere de yararı yok. Sürecin bu haliyle sürdürülebilmesi artık olanaksız. Aslında bir bakıma süreç kendini dayattı. Siyasete düşen görev kendini dayatan bu süreci ferasetle, soğukkanlılıkla ve samimiyetle ilerletmek.
-Tüm bu tartışmaların arasında DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan’ın, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesine de izin verildi. Bu da yeni bir durum…
Evet, 25 yıldır cezaevinde olan Sayın Öcalan üzerinde 4 yıla yaklaşan bir süredir mutlak bir tecrit söz konusuydu. Öte yandan Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin kilit rolü de inkar edilemez. Ayrıca bu sorunun diyalog zemininde çözülmesi için bu konuyla ilgili herkesin düşüncesini açıklaması da oldukça önemli. Tüm bunları yan yana getirdiğimizde Sayın Öcalan’la İmralı’da yapılmış olan görüşme hem yeni bir durum hem de önemli bir gelişme. Fakat daha önemlisi bu diyalog kanalının açık tutulmasıdır. Eğer Kürt sorununun çözümünde müzakere yolunda ilerlenecekse Sayın Öcalan’la kurulacak bir diyalog zemininin sorunun çözümüne katkısı önemli olacaktır. Sürecin bu şekilde ilerleyeceğini söylemek için henüz çok erken. Ancak ihtiyaç olan yöntemin bu diyalog zemini olduğunu söyleyebiliriz.
-Peki, Kürt sorununun çözümü için yıllardır cezaevinde olan Abdullah Öcalan’ın tek adres olarak gösterilmesi yeterli mi? Buna paralel Kürt ve Türkiye siyasetinde önemli bir özne olan Demirtaş’ın konunun dışında tutulması oldukça manidar görünüyor. Siz bu konuda neler söylersiniz?
Yaşanan tartışmanın en temel nedeni Orta Doğu’daki gelişmeler. Kürt sorunu bölgesel bir sorun. Kürt sorununun bölge düzeyinde çözümünde Öcalan’ın önemli rol oynayabileceğini devlet de uluslararası güçler de, Kürtler de kabul ediyor. Dolayısıyla Öcalan 25 yıldır cezaevinde olmasına rağmen böyle bir gerçeklik var. Ancak tek başına onun üzerine kurulan bir çözüm yolu tartışması da söz konusu değil.
Biz Meclis başta olmak üzere bütün demokrasi güçlerinin inisiyatif alması için çağrıda bulunuyoruz. Elbette eski Eş Başkanımız Demirtaş ve cezaevinde bulunan bütün arkadaşların katkısı da olacaktır. Onlarla da çeşitli görüşmeler zaten yapılıyor. Demirtaş’la Öcalan’ı birbirlerinin karşısına koyma, birbirine rakipmiş gibi gösterme eğiliminde olan çevreler olduğunun farkındayız. Böyle bir kıyaslamanın ve bu zeminde yürütülen bir tartışmanın yanlış olduğunu, Demirtaş’ın bizzat kendisi de ifade ediyor. Demirtaş’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “Öcalan bir inisiyatif alır ve siyasetin önünü açmak isterse tüm gücümüzle arkasında olacağız “demesinin anlamı da budur zaten.
-Kürt sorununun diyalog zemininde ve müzakereler yoluyla çözülmek istenmesi durumunda sizce muhatap kim olmalı?
Aslında Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil. Bu sorun tüm Türkiye’nin sorunudur. Sorun, Kürtler kadar Türklerin ve ülkede yaşayan tüm halkların sorunudur. Herkes için ortak olan bu sorunun çözümünde muhatap tüm Türkiye halkları olacaktır. Bunu sadece AKP-MHP ve DEM Parti arasındaki bir konuymuş gibi düşünmek ve olguya dışarıdan bakmak doğru değil. Tüm muhalefet bu sorunun çözümü için mutlaka inisiyatif almalı ve herkes elini taşın altına koymalıdır. Sorunun çözümü amacıyla atılan her adım mutlaka samimiyet içermeli ve bir güvenceye bağlanmalıdır.
Kürt sorununun muhatabı elbette Türkiye halklarının tamamıdır fakat sorunun her aşamasında farklı öznelerle müzakere gerekebilir. Sorunun Meclis'teki muhatabı başta DEM Parti ve diğer siyasi partilerdir.
Ancak silah bırakma, çatışmaların durdurulması gibi konular konuşulduğunda müzakerelerin muhatabının, elinde silahı tutanlar veya onların temsilcisi durumunda olanların olması son derece doğal. Bu anlamda Sayın Öcalan’ın rolü kilit önemdedir. Bahçeli, Öcalan’ı açıklama yapmaya davet ettiğine göre bu muhataplık ilişkisini kabul etmiş görünüyor. Bu durumun iktidar tarafından da kabul edilmesi elbette önemli. Öte yandan sorunun toplumsal, kültürel ve ekonomik boyutlarının tartışılmasında ise muhatap sivil toplum kurumları ve toplumun kendisidir. Diğer önemli bir nokta ise çözüm iradesini bireysel tasarruflardan kurtarıp kurumsal işleyişe sahip hale getirmektir.
-Bahçeli, grup toplantısında, Öcalan’ın gelip Meclis'te bir açıklama yapması çağrısı yaptı. Bahçeli'nin böyle bir çağrı yapması elbette önemli bulunuyor ama bununla birlikte konuşmanın içeriği ve üsluba ilişkin nedense pek bir şey söylenmedi. Siz bu konuda neler söylersiniz?
Daha önce de belirttiğim gibi Bahçeli’nin hamlesi yeni bir dönemin işareti. Ancak henüz belirsiz ve tereddüt uyandıran çok şey var. Bizler de bu belirsizliğin aşılması için çaba harcıyoruz. Bir çözümün gerektiği yönündeki olgunun kabulü önemlidir. Tüm ülke kamuoyu olarak bütün tarafların, tüm siyasal aktörlerin dahil olduğu şeffaf bir sürecin işletilmesini istiyoruz.
25 yıldır cezaevinde tutulan Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması anlamına gelen bir açıklamanın iktidar kanadı tarafından dillendirilmesi, mevcut bir sorunun kabulü açısından önemli. Biz de Kürt sorunu konusunda fikri olan, çözüm konusunda önerisi olan herkesin serbestçe konuşmasından ve düşüncesini Türkiye kamuoyu ile paylaşmasından yanayız. Bizim başından beri söylediğimiz şey, bu sorun hakkında demokratik bir tartışmanın herkesçe yapılabilmesi. Bu anlamda Bahçeli’nin açıklaması, arkasında yatan plan her neyse, ondan bağımsız bir şekilde dikkate değer bir adım.
Bahçeli’nin konuşmasının içeriği ve üslubuna ilişkin ise şunu ifade edeyim; bu üslup ile bu dille müzakere yürütülmesi mümkün değil. Bahçeli’nin kabul edilemeyecek bu üslubu karşısında “peki o zaman niye el uzattın” sorusu akla geliyor. Kaygıları akıldan çıkarmadan, olgunun varlığını konuşuyor olmak bile başlı başına önemli. Ancak bir diyalog sürecinin en önemli ihtiyaçlarından biri de özenli bir dil ve ikna edici, müzakereci, inandırıcı bir üsluptur.
Aslında tüm bu tartışma sürecine aktif şekilde katılmamızın nedenlerinden biri de bu tartışmayı Bahçeli’nin ortaya koyduğu bu üsluptan kurtarıp, olması gereken zemine çekmek. Bu talep ne kadar toplumsallaşırsa o zaman çözüm gerçekleşebilir. Bunun için de samimiyet içeren bir üsluba ihtiyacımız var. Olgunun toplumsallaşması için siyasetin soğukkanlı, samimi ve güven veren bir tarz ortaya koyması gerekir. Bir yandan çözümün konuşulması istenirken aynı zamanda topluma hamaset pompalanması sürecin doğru şekilde ilerlemesini tehlikeye sokar.
-'Vefatının Yüzüncü Yılında Ziya Gökalp Sempozyumu'nda konuşan MHP lideri Bahçeli, Gökalp’in 'Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır' sözlerini hatırlatarak milli dayanışma çağrısı yaptı. Siz Bahçeli'nin bu yeni ve manidar el yükseltmesini Ziya Gökalp’in etnik ve siyasi kimliğini de dikkate alarak nasıl yorumlarsınız?
Bu tür konuların tartışılmasında siyasi aktörlerin ısrarla kaçınması gereken iki temel şey, sorunu hamasete veya polemiğe malzeme haline getirmemek olmalı. Geçmişte ırkçı bir söylemle topluma Kürt düşmanlığı pompalayan hamaset de yeni konjonktürde konuyu içi ve altı boş bir cümleye sıkıştıran polemik de sorunun derinliğini görmeyi engelliyor.
Kürtlerin sevilmesinin salık verildiği ortamda Kürt kentlerinin bombalanması tam da konuyu hamasetle polemiğe boğmak ve tartışılması gereken asıl şeylerin gözden kaçırılmasını sağlamaktır. ‘Halkların kardeşliği’ vurgusu bizim öteden beri önemli saydığımız ve ilke haline getirdiğimiz bir konu. Aslolan şey bizce budur.
-Tüm bunlar yaşanıyorken TUSAŞ’a yapılan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu saldırının amacı ya da mesajı ne olabilir?
Şiddet ve bu tür saldırılar nereden gelirse gelsin; saldırıyı planlayıp gerçekleştirenlerin amaçları ne olursa olsun bu tür eylemler çözüm konuşmayı kolaylaştırmıyor. Böylesi zamanlarda diyalog sürecinin ve olası müzakere ortamlarının bu tür hamlelerden olumsuz etkileneceği kesindir. Bu nedenle her şeyden önce ülkede bir diyalog ve müzakere iklimine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Sorunların adil şekilde barışçıl yöntemlerle çözümü yönünde çaba harcanması gerektiği düşüncesindeyiz.
Öte yandan TUSAŞ saldırısı gerekçe yapılarak Rojava’ya ve sınır ötesindeki diğer Kürt bölgelerine yapılan bombardıman da kabul edilemez. Ne TUSAŞ saldırısı ne de Rojava’ya yapılan bombardımanlar çözüme katkı sağlamayacaktır. Siyasete, müzakereye ve diyaloga şans tanımaktan başka çaremiz yok.
DEM Parti son saldırı ile ilgili bütün kurumlarıyla açıklamalar yaptı. Biz demokratik siyasetten yana olan tutumumuzu, şiddete karşı olduğumuzu her defasında ifade ediyoruz. Kaybedilen canların acısı bizim de acımızdır. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Savaş, çatışma, acı, gözyaşı, kan demektir. Biz halkların barış istediğini ve ‘artık yeter’ dediğini biliyoruz. Onun için mücadele ediyoruz. Demokratik ortamın yaratılması, siyasetin önünün açılması, farklı düşünceler arasında müzakerenin başlaması; açık, şeffaf bir sürecin işletilmesi bizim en önemli talebimiz.
|
© Tüm hakları saklıdır.