Kültür-Sanat

Bu bir rock yıldızının romanı değildir! | Sayın Bay Rock Yıldızı romanında

Teoman'ın bu eseri, bireysel ve toplumsal varoluşun sınırlarını keşfetmek isteyenler için unutulmaz bir yolculuk sunuyor. Bu yazının payına da romandaki "kusurlu aile" ve "kimlik" gibi temalardan yola çıkarak ontolojik bir krizin nasıl epistemolojik bir sorgulamaya dönüştüğünü incelemek düşüyor

18 Temmuz 2024 10:59

Didem Arvas

Teoman'ın geçtiğimiz haftalarda yayımlanan ilk romanı "Sayın Bay Rock Yıldızı," kurmaca ile otobiyografinin sınırlarını bulanıklaştıran bir özkurmaca (autofiction) olarak son zamanların en çok konuşulan eserlerinden biri haline geldi. Romanın merkezinde yer alan Timur, yazar Teoman'ın zihninden doğan unutulmaz bir antikahraman olarak dikkat çekiyor. İçsel çatışmalar ve zaaflarıyla boğuşan Timur, yazarın kendi benliğiyle kurduğu paralellik üzerinden okuyucuyu, gerçeğin kurmaca ile iç içe geçtiği bir oyuna davet ediyor.

Bu roman, okuyucuya hayatî bir sorunun cevabını aratıyor: Kendi özündeki eksiklikle yüzleşen bir insanın yaşayacağı nihai varoluşsal kırılma ne olabilir? Timur'un insani defoları üzerinden bu soruya yanıt ararken, zihnimizdeki varoluşsal eksiklik imgesini yoğunlaştırıyor ve sürekli kendisiyle çelişen bir karakterin varabileceği son noktayı sorguluyor.

Roman, insanlardan ümidini kesmiş Hamletvari bir kahramanın, kusurlu aile motifleri ve geçmişin izleriyle yoğrulmuş varoluş çilesini anlatırken, Türkiye'deki pek çok insanın kişisel ve entelektüel çıkmazına da ışık tutuyor. Teoman'ın bu eseri, bireysel ve toplumsal varoluşun sınırlarını keşfetmek isteyenler için unutulmaz bir yolculuk sunuyor. Bu yazının payına da romandaki "kusurlu aile" ve "kimlik" gibi temalardan yola çıkarak ontolojik bir krizin nasıl epistemolojik bir sorgulamaya dönüştüğünü incelemek düşüyor.

Romanın başında, kendimizi Timur'un zihninde buluruz:

"İnsanlar... Yok olabilecekken, var olanlar. Kafalarında hiç kimselere söyleyemeyecekleri düşüncelerle yürüyorlar. Delice düşüncelerle. Boşuna. Bir bisikletli hızla geçiyor. Boşuna bir hız. Karşıdaki ilkokulun zili çalıyor, çocuk bağırışları. Eğitiliyorlar okulda. Boşuna."

Bu satırlar, insanlara da hayata da katlanamayan yalnız ve savrulan Timur'un klostrofobik iç dünyasına açılıyor. Bir zamanlar havalı bir rock yıldızı olan Timur'un hikâyesinin yüzeyinde, kazancını alkole, kıyafetlere ve kitaplara harcayan, kendini ve çevresini tüketen bir rock yıldızı olarak tanıtılan Timur, alt metinde ise hayatta sevdiği birkaç insanı kaybetmiş, iç dünyası darmadağın olmuş trajik bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Sözcük seçiminden, Timur'un batılı formda yetişmiş, karmaşık bir karakter olduğu anlaşılır. Gördüğü dünyayı bir zamanlar kıymetli olduğuna inandığı ideallerin peşinden gitmiş ama düş kırıklığına uğramış birisi gibi tarif eder:

"Değerli zannettiğim her şey tırt çıktı. Boşlukta süzülüyorum. Kültür dünyası diye bir şey yokmuş (…) Kültür kuramları dersini boşuna almışım üniversitede."[1]

Timur'un dış dünyaya bakışındaki gerçeklik kırılması, onun hüsranını ve kendi durduğu pozisyonu sorgulayan bir şüphecinin ruh halini yansıtır. Hayatını anlamsız bir amaç uğruna uçurumdan atan Timur, kendi yok oluşunu varoluş hikâyesinin sıfır noktası olarak alır. Nefretten örülü zırhı, sadece annesi, eski karısı, dört yaşındaki kızı ve bazen de kız arkadaşı karşısında delinir. Bu kadın figürleriyle ızdırap dolu ilişkileri dışında, hayatını en çok etkileyen erkek figürü ise en yakın arkadaşı Volkan'dır. Volkan'ın trajik ölümü, Timur'un içinde babanın olmadığı kusurlu aile gerçeğini su yüzüne çıkarır. Takip eden bölümler, anksiyete atağı görünümündeki varoluş krizleri, kusurlu ailesi ve iletişimsizliğin imkansızlığı inancı üzerinden Timur'un zihin haritasını çizer. Mizantrop kahramanımız, bu krizler ve ilişkiler ağı içinde kaybolmuş, varoluşsal bir mücadele içindedir.

Anksiyete krizi görünümünde varoluş krizleri

Timur, dünyayı insanlar aracılığıyla değil kitapların rehberliğinde tanımış, insanlara katlanmakta zorluk çeken ve onlardan kaçmak için kitaplara sığınan bir karakterdir. Ancak, bu mesafe Timur'un kendisiyle olan ilişkisini de zedelemiştir: "Gözüm bir yerden ısırıyor kendimi ama o kişi değilim artık." Rock yıldızı olmanın getirdiği avantajla, üstüne yağan kadınlarla tek gecelik ilişkiler yaşasa da yeni insanlarla ilişki kurmakta zorlanır. Eğlence ortamları Timur'un eğlence ortamlarındaki beceriksizliği, aşırı gevezeliği, "kendi" olamayışı, ergenliği, aşırı arzulu oluşu, gösteriş peşinde kendini tüketmesi ve çocuksuluğunu ifşa eder. Timur kendindeki eksikliğin farkındadır, kendinden bile şüphe edecek kadar inancı kaybetmiştir:

"Kadınlar bir madalya gibi taktılar beni. Başkaları bir kadın koleksiyoncusu olarak gördü. Arkadaşlarıma göre serseriler kralıyım. Hayranlarıma göre ise büyük bir sanatçıyım. Çok önemli biriyim. Suratımın resmini, kollarına, vücutlarına dövme yapıyorlar. Bazen de adımı, şarkılarımı kazıyorlar bedenlerine. Konserlerimde en önde ağlayan gençler yakalıyorum bana gözlerini dikmiş. Onları kandırmış bir üçkâğıtçı olarak görüyorum kendimi. Fareli köyün kavalcısı."[2]

Duygusal ve varoluşsal kırılmalar yaşayan Timur, alkolle patlama noktasına gelen öfkesini dağıtmanın kendince eğlenceli bir yolunu bulur. Girdiği ortamlarda kendini bir fikre bağlamış insanlarla karşılaştığında, onları mantık sınırlarını zorlayan güçlü argümanlarla alt eder. "Herkesin algısıyla oynayarak, her yeri alsam mı? Manipülasyonda üstüme yoktur," derken, bu tartışmalardan aldığı zevki ifade eder. Bu tür şovların içindeki huzursuzluğu hafifleteceğini düşünür, ancak huzursuzluk aynı şiddetle geri döner. Bilinç kaybı, Timur'un bilinçaltının gerçekliği bilince göstermeme çabası olarak okunabilir. Nitekim bu tartışmalar sırasında anksiyete atakları geçirir. Anksiyete ataklarının genellikle bilinç kaybıyla sonuçlanması, anlatıbilimci James Phelan'ın belirttiği gibi, psikanalitik bir okuma gerektirir.[3] Timur'un bayılmalarının temelinde annesi veya kızıyla yaşadığı olumsuz olaylar ve kayıp travmaları yatar. Ancak bu olaylar, huzursuz bir karakter olan Timur'un bilinç kaybının tek nedeni değil, tetikleyicisidir.

Timur'un ölüm, varlık ve yokluk üzerine değişen bakış açıları, onun en çaresiz anlarını oluşturur. Babasının mezarını ziyaret ederken geçmişin acılarını hatırlar:

"Kulaksız Mezarlığı'nın kapısı zincirlenmiş. Kilitli. Duvardan atlıyorum. Çocukluğumdan hatırlıyorum yolu. Çok düzenli eskisine göre. Babamın mezarını biraz zorlanarak buluyorum. Yazısını okuyorum mezar taşındaki. Her zaman yaptığım gibi doğum, ölüm yıllarını okuyup yaşını buluyorum. Otuz iki. Ağlıyorum. Çocukluğumun acılarına ağlıyorum. Babama. Onsuzluğa. Hiç sesini duymamışlığıma. Onu hatırladığım sadece iki sahneye. İki tanecik sahne. O kadarcık."[4]

Ardından baba olarak başarısızlığını hatırlatarak kendini zayıflattığını düşündüğü bu rolden kurtulmaya çalışır:

"Uçakta battaniye alıyorum. Yüzüme örtüp battaniyenin altında ağlıyorum. Olmayacak bu iş. Kızımı unutmalıyım. O hayatımda yıllarca yoktu. Şimdi de olmasın. Varlığı beni güçsüz yapıyor. Bir haksızlık daha bana hayatta onun varlığı."

Ölüm, Hamlet gibi Timur'un da inandığı tek gerçekliktir. Bu yüzden ölümden, yalnızlıkta ya da kalabalıkta ölmekten, kanserden ölmekten ya da intihar etmekten deli gibi korkar. Annesinin arkadaşı Saliha teyzenin kemikli, varisli bacakları bile ona ölümü hatırlatır. Ölümle zamansız tanışıklığın izleri, Timur'un örselenmiş ruhundan açıkça okunur:

"İçimdeki bu s*ktirin karanlığını bastırmanın bir yolunu nasıl bulurum ben? O benim lanetim. S*ktir! Kendimin lanetiyim. Başımın belasıyım."

Arkadaşı Volkan'ın ölüm haberi, henüz atlamadığı babasının yasına karışıp kayıp travmasını tetikler:

"Babamın kemiklerini yiyor köpekler. Onlar kemik değil, dal diyorum kendime ama işe yaramıyor. Volkan'ın ölümüne ağlıyorum uyanıp sigara içerken."

Volkan'ın ölümü, Timur'un majör depresyonunu artırır ve ölüm saplantısı ile çocukluğa dönme isteği birbirini kovalar. Bir düşünce anaforunda kaybolan Timur, bir noktada geçmişte takılı kalır ve resesyon geçirmeye başlar:

"Allah'a koşmak istiyorum bazen. Beni korusun istiyorum çocukluğumdaki gibi. Agnostik riyakârlığını da ateizmin kibrini de istemiyorum. Deizmin, dünyayı saat gibi kuran, sonra da başıboş bırakan tanrısı da yok benim için. Ben kendi Allah'ımı, dua etmeyi, sabah ezanını istiyorum. Onun huzurunu. Çocukluğumdaki gibi dindirsin korkumu istiyorum. Ama kendimi ona da ikna edemiyorum. Ne yazık ki! Kalabalıkta da ölmekten korkuyorum. Hiç istemiyorum insanların cesedime bakmasını. Yok olmak istiyorum. Cesedim kokmasın istiyorum. Hemencecik, toz haline gelmek istiyorum."

Timur'un hikâyesi, özne olarak köksüzlüğü, Türk aydınının köksüzlüğüyle bağdaştırabildiğimiz derin tespitlerle doludur. Hem doğduğu aile hem de kendi kurduğu aile kusurludur. Babasının erken ölümü, bir uzvu kopmuş bir beden gibi Timur'un ailesini de kötürüm bırakmıştır. Bu yüzden Timur, ne annesine oğul olabilir ne de kızına baba; çünkü bu ailelerde baba eksik, anne yetersiz, çocuksa olgunlaşmamıştır. Jale Parla'nın "Babalar ve Oğullar" çalışmasında bahsettiği gibi, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde baba figürünün zayıflamasıyla babasızlığı içselleştiren Tanzimat romancıları gibi, Timur da bu köksüzlüğü derinlemesine hisseder.[5] Bu, onun kendi varoluşsal çelişkilerini ifşa etme çabasının bilinçdışı nedenlerinden biridir.

Timur, toplumsal ve politik eleştirilerini sert bir dille ifade eder:

"Hele Türkiye siyasetine hiç bulaşmayayım. Burada siyaset gericilerle onlardan daha gerici olanlar arasında... Keşke unutabilsem bildiklerimi. Mal mal takılsam. Anlaşırdık o zaman. Kendimi bir kamptan hissederdim. Belki tweet filan atardım. Siyasi tweet. Like alırdım diğer salaklardan. Hava atardım."

Timur'un bu sözleri, 12 Eylül darbesinin acı hafızasını ve tarihsel kutuplaşma dinamiğini yansıtır. Laiklik ve dindarlık ekseninde düğümlenen bu kutuplaşma, Timur'un unutmak istediği dehşet ve şiddet anılarıdır. Modernleşme taraftarı olan aydın kesimin, modernleşme tutkusunu kötü ve günah olarak damgalayan tutucu cemaatçiliği içselleştirdiğini fark eder. Bu yüzden de Türk modernleşmesinin aslında çoğu kez vitrinde kalan, toplu bir fotoğrafa sıkıştırılan bir taklit olduğunu yüksek sesle dile getirir. Eksik bir aile ve milletin ferdi olarak geçmiş kodlarından arınmanın ruhunu huzura kavuşturacağını düşünür. Bu bakış açısı, kişisel olanın politik olduğu bir okumanın da kapısını aralar.

Sayın Bay Rock Yıldızı'nın yapısını oluşturan parçalara baktığımızda karşımıza diyalog, şiir, şarkı sözü, soneler ve bilinç akışıyla aktarılan düşünceler gibi roman araçlarının kendi sınırlarını aşarak birer anlatıcı kılığına büründüğü iyi kurgulanmış bir postmodern roman örneği görürüz. Burada hatırda tutulması gereken belki de en önemli nokta bu parçaların birbirleriyle metinlerarası bir diyalog ve çatışma içerisinde metni psikanalitik, semiyotik ve söylem analizi bağlamda birden fazla okumaya açarak derinleştirdikleridir. Romanda birbirinden farklı okuma rotalarının hangisini tercih edeceğinize bağlı olarak değişen şekillerde anlamlandırılabilecek kişisel ya da toplumsal varoluş tecrübesi, sosyolojik ve kültürel referanslar eşliğinde doyumsuz okuma deneyimine çağırıyor.


Kaynaklar

Grillet, Alain Robbe. Yeni Roman, İstanbul: Kafekültür Yayıncılık, 1970.

Johnson, Robert A. Erkek Bilincinin Üç Aşaması, İstanbul: Okyanus Yayınları, 2018.

Loe, Erlend. Naif, Süper, İstanbul: Siren Yayınları, 2018.

Kundera, Milan. Kayıtsızlık Şenliği, İstanbul: Can Yayınları, 2015.

Parla, Jaleç Babalar ve Oğullar: Tanzimat Edebiyatının Epistemolojik Temelleri, İletişim: İstanbuk, 1991.

Phelan, James. Reading People, Reading Plots: Character, Progression and the Interpretation of Narrative. Oh: Ohio State University Press, 1989.

Shakespeare, William. Hamlet, çev. Selahattin Eyüpoğlu, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2008.

Yakupoğlu, Teoman. Sayın Bay Rock Yıldızı, İstanbul: Doğan Yayınları, 2024.


[1] Teoman, Sayın Bay Rock Yıldızı, s. 16.

[2] Teoman, s. 313.

[3] James Phelan, Reading Plots, Characters, 1989, s. 23

[4] A.g.e., s. 283.

[5] Jale Parla, Babalar ve Oğullar: Tanzimat Edebiyatının Epistemolojik Temelleri, 1991, s. 34

"
"