M. Kaan Kurtuluş, Bob Jensen
20 Mayıs 2024 00:00
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat 2023 depremlerinin 11 ili etkilemesi ve on binlerce insanın hayatını kaybetmesinden sonra Türkiye, bir kez daha depremin ülke için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu hatırladı. 6 Şubat’tan önce veya sonra atılan ve atılmayan adımları üzerine yapılan tartışmalar, potansiyel Marmara depremi, İstanbul’un ayakta kalıp kalamayacağına dair tartışmalar aylarca sürse de, sonunda Türkiye’nin yoğun gündeminde yine arka sayfalara düştü.
Tartışmalarda geri plana düşse de, deprem tehdidi Damokles’in kılıcı gibi Türkiye’nin üzerinde sallanmaya devam ediyor. ABD yönetiminde kriz yönetimi ile ilgili çeşitli üst düzey görevlerde bulunan, bir dönem Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin sözcülüğünü de yapan Bob Jensen, 6 Şubat depremlerinden sonra atılan adımları, İstanbul depremine dair nasıl hazırlıklar yapılabileceğini, bir afeti en az hasarla atlatmanın en önemli adımlarını, afetlerin bir ülkenin ulusal güvenliğine oluşturduğu riskleri T24’e değerlendirdi.
Artık kriz yönetimi danışmanlık firması Strat3’ü yöneten ve birçok ülkeye danışmanlık hizmeti veren Jensen, iki hafta boyunca Türkiye’de eğitimler verdi, panellere katıldı ve afetle mücadele kurumlarını inceledi.
AKOM’un potansiyel İstanbul depremine karşı yaptığı hazırlıkların kendisini çok etkilediğini belirten Jensen, bir felaketle mücadelenin en önemli noktasının öncesinde atılan hazırlık adımları olduğunu vurguladı.
AFAD’ın 6 Şubat depremlerinden doğru dersleri çıkardığını gözlemlediğini belirten Jensen, krizlerde açılan yerel ofislerin atacağı adımların can kurtarabileceğini vurguladı.
Jensen’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- Deprem Türkiye’nin gerçekliği. Geçen sene yaşadığımız 6 Şubat depremleri bize bunu ağır bir şekilde hatırlattı. Bir süredir Türkiye’de bulunuyorsunuz, 6 Şubat depremlerinin akabinde daha iyi veya farklı yapılabilecek şeyler var mıydı?
Depremlerin ne zaman nerede olacağını bilemezsiniz. Bahsettiğiniz depremden 11 iliniz etkilendi. Bu ciddi bir deprem. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye herhangi bir ülkenin yapabileceği kadar iyi bir iş çıkarttı. Bunu söyleyerek başlamak isterim.
Ne zaman bir felaket yaşanırsa yaşansın her zaman daha iyi yapılabilecek şeyler bulabilirsiniz. Şu anda gördüğüm kadarıyla Türkiye’de depremden sonra neyin iyi yapıldığını ve neyin daha iyi yapılabileceğini tespit etmek için birçok inceleme ve çalışma yapılıyor, raporlar inceleniyor. Bunun isabetli olduğunu düşünüyorum. Biz de ABD’de böyle yapıyoruz. Bu öğrenmenin en iyi yoludur çünkü bir konsept veya plan üzerine değil, artık yaşanmış bir felaketin üzerinde çalışma yaparsınız.
Hiçbir planlama tüm zorlukları göremez, çünkü bir felaketin sebep olduğu çok sayıda farklı meydan okuma vardır. Eğer kolay yönetiliyor olsa adı felaket olmazdı.
Türkiye’de olumlu yönde adımlar görüyorum. AFAD, görüşmemizde artık bölgesel ofisleri olduğunu ve tüm büyükşehir belediyelerinin afet yönetim ofisleri olması gerektiğini söyledi. Bence bu çok doğru bir karar, ders çıkarılarak doğru şeylerin yapıldığını düşünüyorum. Bu küresel bir trend. Orta Doğu’da ve Afrika’da çalıştım, bu ülkelerin çoğunda tepeden alta sistemler var. Merkezi otorite bütçe dahil her şeyi kontrol ediyor. Bu sebeple alt kademelerdeki insanlar bir şey olduğunda onlara ne yapılması gerektiği söylenene kadar bekliyor. Bu çok iyi bir sistem değil.
Küresel olarak gördüğümüz şey şu; ülkeler bunun tersi yönünde ilerlenmesi gerektiğini fark ediyor. Zincir en alttan başlıyor. “Tüm felaketler yereldir” diye bir söylem vardır. ABD’de de bizim sıkça kullandığımız bir söylem var: “Size ilk yardım edecek kişi komşunuzdur”. Bir şey olduğunda ilk komşunuz koşup iyi olup olmadığınız kontrol eder. Polis, ambulans veya itfaiye gelmeden önce size yardım edecek kişiler onlardır. Küresel olarak fark ettiğimiz en büyük şey bu. Sadece ABD’de değil, birçok ülkede yerel kapasite geliştiriliyor. Yerel toplumları daha dayanıklı hale getirirseniz ülkeniz daha dayanıklı olur. Eğer toplum dirençli değilse ve felaketlerin şokunu kaldıramıyorsa dirençli bir ülkeniz olamaz.
- Peki bir toplumu nasıl dirençli hale getirirsiniz?
Yapılabilecek birkaç tane şey var. Bir tanesi halkı eğitmek. Gördüğüm şeylerden biri, birçok ülkenin müfredatında afet ve afet yönetimine dair bir program olmadığı. Halkın bilgi sahibi olması gereken en önemli konulardan biri riskler. Riskleri bildiğinizde daha iyi planlama yapabilirsiniz. Sadece riskleri anlatmak da değil; yangın olduğunda ne yapmaları gerektiğini, deprem olduğunda ne yapmaları gerektiğini anlatmalısınız.
Biz 2005’te Katrina Kasırgası’nda iyi bir iş çıkarmadık ve bundan ders aldık. Orman yangını ile mücadele gibi konularda iyiydik ama genel riskte sınıfta kaldık. Katrina Kasırgası’ndan sonra Kongre’de onlarca duruşma oldu. Burada Federal Acil Durum Yönetim Kurumu’na (FEMA) defalarca “Neden daha iyi bir iş çıkarmadınız” diye soruldu. Ancak konu genellikle şuna bağlandı: FEMA’nin acil durum ilanı yapılmadan hiçbir şey yapma yetkisi yoktu.
İkinci olarak: Halk afet riski konusunda bilgisizdi ve ne yapacağını bilmiyordu. Hazırlıklı olmaya daha çok zaman harcamamız gerektiğini gördük.
Afet döngüsü diye bir şey vardır, bu dünyanın çoğu yerinde aynıdır. Çoğu ülke uzun süredir müdahale ve iyileştirme adımlarına odaklanıyor. Mesela ABD’den örnek vereyim. İtfaiyeciler uzun süre boyunca daha iyi ekipman, daha iyi merdiven ve araçlar istedi. Bunlar karşılanınca yangınlarla mücadelede daha iyi oldular, ancak yangınların sayısı azalmadı. Yani riski düşürmedi. Sonunda ABD’nin yangın yönetimindeki zeki insanlar, “yanlış şeye odaklandık” dedi. Yangını söndürmek yerine onu önlemeye odaklanmaya başladılar. Yani bakış açılarını komple değiştirdiler. Şimdi ABD’de birçok itfaiyeci okullara giderek çocukları eğitiyor, evleri denetliyorlar; mesela yangına sebep olabilecek bir elektrik arızası varsa size söylüyorlar. İşletmelere de riski düşürmek için yardım ettiler. Bakış açılarını değiştirmelerinin ardından hala itfaiyecilere ihtiyacımız olsa da yangınların sayısı ciddi oranda azaldı.
Uluslararası kurumlar da önleme, risk azaltma ve hazırlık adımlarına daha çok odaklanılması yönünde kararlar alıyor
Türkiye’deki gözlemlerime gelirsek. İlk olarak belki yeterli bir yasal çerçeve belirlenmemiştir diye düşünüyordum. Sonra gördüm ki Türkiye’nin afetlerle ilgili çok iyi bir yasal çerçevesi var. Burada konuştuğum birçok kişi sorun yasalarda değil, uygulanmasında diyor. Mesela birçok kez büyük bir “yasa dışı bina problemi” olduğuna dair cümleler duydum. Kafam karıştı ne diye sordum, “İzinsiz yapılmış binalar” cevabını aldım. Bunun büyük bir problem olduğu vurgulandı.
Bunun yanı sıra bu deprem veya geçmişteki depremlerde kısmi hasar olduğunu duydum. Bu binaları güçlendirmeye veya dönüştürmeye yönelik ulusal fonlaması olan bir plan bulunmadığını öğrendim. Kentsel dönüşüm yapmaya çalışıyorlar, ama bu para olmadan gerçekleşemez. Belediyelerin karşı karşıya kaldığı sınama bu. Biraz parası olan belediyelerin de “Apartmanınızdan çıkmanız lazım, güvenli olmadığı için yıkacağız” diyecek bir kampanyası yok. Çoğu insan “Hayır, nereye gideceğim. Yenisine geçecek param yok” yanıtını verecek…
- Bahsettiğiniz gibi çarpık kentleşme ve imarsız yapılar Türkiye’de büyük bir sorun. İstanbul Türkiye’nin birçok açıdan merkezi ve büyük bir depremin korkusuyla yaşıyor. Bu söyleşiyi yaptığımız Taksim’e gelirken de çok sayıda çarpık kentleşme örneği görmüşsünüzdür. İstanbul büyüklüğünde bir şehir için nasıl hazırlanabiliriz. Hala çözmek için vaktimiz var mı, yoksa dönüş yok mu?
Dönüş yok diye bir durum yok. Buraya gelmeden önce AKOM’daydım ve bana nasıl organize olduklarına, neler yaptıklarına, 6 Şubat depremlerinden sonra verdikleri yardımlara dair bir brifing verdiler. 6 Şubat depremiyle ilgili bana çok sayıda veri gösterdiler. Ne kadar çok şey yaptıkları beni hayrete düşürdü. Bu bana iki şey anlatıyor.
Öncelikle, bir deprem durumunda ne yapacaklarını biliyorlar. Bu konuda tecrübeleri de var başarılı olduklarının kanıtları da. O yüzden İstanbulluların bilmesi gereken ilk şey; şehir servislerinin, felaket yöneticilerinin ve acil durum ekiplerinin ne yaptıklarını biliyor olduğu.
Gördüğüm ikinci şey ise şehir planlaması ile ilgili bir sorun olduğunu biliyorlar ve bunun üzerinde çalışıyorlar. Bana verilen brifingde vardığım sonuç bir planları olduğu. Tabii ki her şeyi düzeltemezler çünkü bu on yıllar alır. Ancak ellerinde çok iyi bir plan var. İlk önce kritik servislere ev sahipliği yapacak belediye binalarıyla başlamalarını çok zekice buldum. Belediye binalarını depreme dayanıklı hale getiriyorlar, çünkü bir deprem olursa ve o bina yıkılırsa belediyeler insanlara yardım veremez.
ABD’de biz bir bölgenin dirençliliğini ölçerken; su, elektrik gibi şeylerden oluşan “yaşam hattı servislerinin” varlığını ölçüyoruz. İstanbul’da da şimdiden bunu yapıyorlar; insanların yaşamlarını sürdürebilmesi için neye ihtiyaç olduğunu veya bir alanda tekrar inşaat yapılması için ne gerektiğini inceliyorlar. Bu beni çok etkiledi.
Odaklandıkları üçüncü konu ise erken uyarı. Bir erken uyarı sistemi ağı kuruyorlar. Mesela su şirketleri, boru hattı olan petrol şirketleri ve bazı diğer sektörler kendi erken uyarı sistemlerini kurmayı düşünürken, AKOM onları herkesin ortak sistem kurmasına ikna etmiş. Böylece birlikte çalışabilecekler. Sistem ne kadar entegre olursa uyarı o kadar erken ve isabetli gelebilir.
Deprem yarın bile olsa, şehrin elinde sınamaları aşabilecek bazı araçlar var. Bir uyarıda bulunmak gerekirse, öncesinde ne yapılırsa yapılsın çok büyük bir depremde ciddi can kaybı ve yıkım yaşanacak. Ancak kimsenin bilmediği bir şey söylemiyorum, bu daha önce araştırmalarda da defalarca dile getirildi.
AFAD’ın da ulusal ve bölgesel planları olduğunu biliyorum. Ancak onları çalışmadığım için şu an bir değerlendirme yapamam. Fakat İstanbul'da belediyenin buna büyük önem verdiğini görüyor ve buna saygı duyuyorum. Bu tempoyu gittiğim diğer ülkelerde de anlatacağım. Çok etkilendim.
- ABD yönetiminde çalışırken birçok krizi yönettiniz. Bunların arasında Haiti depremi de vardı. Bir felaketten sonra ilk 48 saatte neye odaklanılmalı?
Yine felaketin öncesine döneceğim. Ben o dönem Irak’ta büyükelçilikte görev yapıyordum, ama Katrina Kasırgası örneğine bakalım. Katrina hala ABD’yi vuran en büyük meteorolojik felaket. Kimse bu kadar büyük bir şey hayal edemezdi. ABD Ulusal Müdahale Planı bu kadar büyük bir şey için yetersiz kaldı çünkü böyle bir şey olacağı hayal bile edilmiyordu. Ekonomik ve ticari kayıpları dahil etmezsek bile 130 milyar dolarlık hasar, binlerce can kaybından söz ediyoruz.
Kongre’de duruşmalar yapılırken FEMA haşlandı. Kongre üyelerinden biri “Kasırganın 7 gündür geleceğini biliyordunuz, neden bir şey yapmadınız?” diye sordu. FEMA yetkilisi, “Sayın Kongre üyesi, çünkü Başkanlık acil durum ilanı çıkmadan tek bir cent bile harcamamıza izin yoktu” yanıtını verdi. Süreç söyle işliyordu; eyaletin valisi başkandan acil durum ilanı talep ediyor, başkanın ekibi bunu inceliyor, sonra birkaç gün içinde onaylıyor, FEMA ancak o zaman harcama yapmaya başlayabiliyor. Kongre bundan sonra yasayı değiştirdi ve FEMA ile başkana “felaket öncesi ilan” yetkisi verdi. Bu sayede bir felaket yaklaştığında FEMA’ya harcama yapma yetkisi vermiş oldu. Kasırgalar depremler gibi değildir, ne zaman geleceğini çeşitli yöntemlerle aşağı yukarı bilebilirsiniz. Bu sayede artık çok daha hazırlıklı olabiliyoruz. Ancak bu yine neden felaketten önceye odaklandığımızı gösteriyor,çünkü hazırlıklı olabilmek için adımları felaketten önce atmak gerekiyor.
Büyük felaketlerin birçoğu ardışık felaketlere dönüşürler. Bu tür afetlerde ilk felaket, diğerini, o da diğerini tetikler. Fukuşima bunun en anlaşılır örneklerinden biri. Deprem hemen kıyının açıklarında oldu, bu tsunamiye dönüştü. En sonunda da nükleer kaza yaşandı. Bu krizlerden tek biriyle mücadele bile bir ülke için zor olurdu, ancak Japonya üçüyle birden aynı anda mücadele etmek zorunda kaldı.
O yüzden demek istediğim, felaketin ilk 48 saatine baktığınızda, önden ne kadar hazırlıklı olursanız o kadar iyi sonuçlar alırsınız. Çünkü daha hazır olursunuz!
- Peki felaketten sonra atılması gereken ilk adımlar nedir?
Yapılması gereken ilk şey, henüz aktive edilmediyse yerel acil durum operasyon merkezinin aktive edilmesidir. Bunlar Türkiye’de her şehirde var mı bilmiyorum, ama en azından tüm büyükşehirlerde olduğunu düşünüyorum. Örneğin felaketi öngörebiliyorsak- mesela çok sağanak yağmur varsa veya kasırga yaklaşıyorsa sel olacağını biliriz- bu merkezler felaket yaşanmadan çalışmaya başlar. Deprem gibi önden haberimiz olmayan bir felaket yaşadıysak bu merkezler herkesin olay yerine daha hızlı gelmesini sağlar ve çalışmalar için çok beklemek gerekmez. Bu en iyi uygulamalardan biridir.
İkinci odak hayat kurtarma ve hayatı sürdürme dediğimiz süreçtir. Felaket gündüz vakti yaşandıysa okullar kontrol edilir, herhangi bir saatte ilk bakılacak yerlerden biri hastanelerdir. Yaşlı bakımevlerine gidilir. Hayat kurtarma sürecinde iyi bir noktaya gelindiğinde hayatı sürdürme süreci başlar, ama bunu başlatmak için hayat kurtarma sürecinin bitmesi beklenmemelidir. Felaketten kurtulanların gidip sığınabileceği bölgeler belirlersiniz, belki okullar veya ibadet yerleriyle anlaşırsınız. Buralar geçici sığınma bölgeleri olarak kullanılır. Sonrasında gıda, su ve battaniyelerin gönderileceği yerler belirlenir. Bir lojistik zinciri oluşturulur, bu sayede gerekli yerlere gönderilirler. Sahra hastanesi ihtiyacı olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Başka bir öncelik de “hayat çizgisi” diye daha önce bahsettiğim servisler olmalıdır. Elektrik var mı yok mu? Su kullanılabiliyor mu? İnsanlara suyu kullanmadan önce kaynatmalarını söylemeli miyiz? Sel olduğunda çoğu örnekte lağım taşar, eğer insanlar suyu kaynatmazsa hastalanırlar. Yollar açık mı? Yardımın girebilmesi ve çıkabilmesi için yollar önemli. Tüm bunları kontrol edersiniz ve gerekli adımları atmaya başlarsınız.
Genellikle en önemli şey elektriktir, çünkü onsuz insanlar evlerinde yaşayamaz. Sandy Kasırgası’nda ayakta kalan birçok evin bodrumunu su basmış, tuzlu su sigortaları yakmıştı. Dolayısıyla şehirlerde şebeke çalışır hale geldiğinde bile bu evlerde elektrik yoktu. On binlerce eve elektrik panosu kurmanın yollarını düşündük. Biraz yasanın sınırlarını zorladık ama daha sonra neden bunu yaptığımızı açıkladık. Bir eve panoyu kurmak, elektrikçinin ücretiyle beraber 400 doları bulabilir, ancak aylarca aileleri otellere koymak daha pahalıya mal olacaktı. Zaten insanlar da otel odasında olmaktansa evlerinde olmak isterler. Pratik bir şekilde nasıl elektriği sağlayabilir, nasıl insanları evlerine geri gönderebiliriz diye düşündük. Katrina’dan ders aldık, insanlar yıllarca ufacık karavanlarda yaşamak durumunda kaldı.
48 saatten sonra ön hasar tespiti yapılmaya başlanır.
Dünya Bankası’nda da Hızlı İhtiyaç Değerlendirmesi yapılır. Bu ülkenin gıdaya mı, ilaca mı, neye ihtiyacı var o tespit edilir.
Belediyelerin bu konuda eğitim alması gerekir. Zor değildir ancak biraz eğitim gerektirir.
Sandy Kasırgası ABD’nin üçte birini etkiledi. Tespit için on binlerce fotoğraf vardı elimizde. Bunları incelemek çok uzun süreceği için hepsini internete yükledik. Vatandaşlara yardımınıza ihtiyacımız var dedik ve havadan hasar tespitinin nasıl yapıldığına dair bir kılavuz hazırladık. Binlerce insan kendi zamanlarından ayırıp on binlerce fotoğrafı inceledi. Geri dönüp incelemeleri değerlendirdiğimizde doğruluk paylarının yüzde 98 olduğunu gördük. Bu bize sıfır dolara mal oldu, çünkü insanlar yardım etmek istedi.
- Bu sizin, toplumun felaket durumlarında ne kadar önemli bir rol oynadığı vurgunuza da güzel bir örnek. Son olarak şunu sormak isterim. Siz ulusal güvenlik konusunda da tecrübeli bir isimsiniz. Sıkça kriz yönetiminin ulusal güvenlik için öneminden söz edildiğini duyarız. Buna bir örnek, SSCB’nin 1986 Çernobil felaketini hem halktan hem dünyadan saklaması olabilir. Felaketlerin ulusal güvenlik için oluşturduğu tehditler nelerdir?
Ben birçok farklı ülkeyle çalışıyorum ve genelde bana sordukları ilk şey “Bize bir kriz yönetim planı hazırlar mısın?” oluyor. Ben ise mola isteyip “Önce sisteminize bakalım” diyorum. Sistem çalışmazsa plan da işe yaramaz. En güçlü plana sahip olun, sistemde parça eksikse bir önemi yok. Güçlü sistem ise zayıf planı iş görür hale getirir. Bunu söylüyorum çünkü ulusal güvenliği ele aldığımızda bu iç tehditler ve sorunlardan uluslararası tehdit ve sorunlara her şeyi kapsıyor. İç Güvenlik Bakanlığı’nda görev yapana kadar ABD’ye karşı bu kadar çok tehdit olduğunu bilmiyordum. Tüm bu tehditleri incelememiz gerekiyordu, çünkü hepsini önleyecek kaynaklarımız yoktu. Önem sırası hazırlıyor, en ağır etkisi olacak tehditleri en tepeye yerleştiriyorduk. Bu tepeye koyduklarımızın birçoğu doğal sebeplerle meydana gelen felaketlerdi. Bazıları ise insan yapımı tehditlerdi. Örneğin en büyük sorunlardan biri ev yapımı nükleer patlayıcılardı. Detaya girmeyeyim ama bundan endişelenmek için ciddi sebeplerimiz vardı.
ABD yönetimi asla “kriz yönetimi” ifadesini kullanmaz, biz “olay yönetimi” derdik. Çünkü kriz ifadesi durumun kontrolden çıktığı algısına sebep olur. Olay ise bir pilotun havada kalp krizi geçirmesinden tutun çok daha büyük bir şeye işaret edebilir. Kriz yöneticileri olarak hepsi için kullandığımız tek bir sistem vardı. Her olay için başka bir sistem kullanmak istemezsiniz. Kriz yönetimi sisteminiz güçlüyse bir sorun olduğunda herkes ne yapacağını bilir ve böylece daha geniş zamanınız olur, bu da doğru karar alma olasılığınızı artırır. Sistem güçlü olmadığında felaketten sonra krizler peş peşe binmeye başlar. Bu da hem halkı hem de hükümeti zayıflatır. Bu da başka bir ülkenin saldırması veya siber saldırı gerçekleştirmesi için gerekli şartları oluşturur. Çünkü hükümetin ulusal güvenliği koruması daha zor olacaktır.
Ukrayna’daki savaşı görüyorsunuz. Geleceğin savaşları hibrit savaşlar olacak. Rusya dronlar, siber saldırılar, dezenformasyon, propaganda ve geçmişte savaşta görmeye alıştığımız silahları kullanıyor. Geleceğin savaşları böyle olacak. Dezenformasyon giderek daha önemli olacak. Eskiden her şey siber güvenlikle ilgiliydi, şimdi ülkeler bana yapay zeka ve dezenformasyonla nasıl mücadele edeceklerini soruyorlar. Çünkü Çin’den, Rusya’dan ve İran’dan buna maruz kalıyorlar. Hatta Filipinler’deki dolandırıcıları bile buna dahil edebiliriz…
© Tüm hakları saklıdır.